Bilmediğim Şeylerin Hikâyesi

Ucundan bucağından dokunmaya ve tutunmaya çalışıyorum adına hayat dediğimiz bu karmaşaya.

Kendimi diğer seslerin arasına doğru itiyorum. Büyük bir özveri ve aynı zamanda durgunlukla. Fakat bu durgunluk asla dinginliğe yanaşmıyor, daima içimde şaibe dolu çalkantılar ile gösteriyor kendini. Alışmak için peşinden koştuğum bir rutine doğru, hızlanarak sürükleniyorlar.

Yakamı mı tutuyorlar elleri ile yapışır gibi, paçamı mı tutuyorlar engel olmaya meylederek yoksa ellerimi avuçlarının arasına mı sıkıştırıyorlar hızlandırmak için, anlayamıyorum. Kendileri gibi eylemleri de aynı kuşkunun, bilinmezliğin ve hatta belki yetinmezliğin birer parçası.

Bu döngünün içindeyken, ilerlemeye çalıştığım bir diğer döngünün daha göz hapsinde yuvarlanıyorum durmadan. Soluklandığım duraklar, önümden geçen minibüsler, varmayı hesap ettiğim fakat bir türlü yolumun sonunu denk düşüremediğim şehirler...

Hepsi birer bekleme noktası. Hepsi çok daha çalkantılı günlere doğru beni götürmek için hazırda bekleyen, su götürmezliği konusunda kendisine bile güvenemeyen eski birer sandal. Sonsuz bir okyanus sanki bu yüzden gözlerimin içi. Bir iskelesi var uzaktan uzağa görünen, kırık dökük. Kulübesi var derme çatma; kıyısından biraz içine çekse o sandalı karanlığına doğru yutacak kadar hırçın, kaybedecek kadar başına buyruk. Biriktirip biriktirip fazlalığını içinden atamayan, dolup dolup taşamayan...

Gökyüzünün berraklığında bile zor seçilen kaç kulübeyi daha yıkar o hırçınlıkla bilmiyorum, kaç ağacı daha söker kökünden? Kaç iskeleyi daha temelinden sarsar, kıyısına döşenen kaç yazıyı daha yok eder suları? Bilmiyorum kaç denizi daha toplar kendinde. Öfkesini, kaç kırmızı mercanı daha gövdesinde kül ederken bastırır?..

Kaç sese daha tahammül eder bilmiyorum. Kaç kere daha itebilir içindeki her şeyi o karmaşaya? Kaç yeni kıyı bulabilir ruhumu bırakıp kaçacağım, kaç iklim daha keşfeder aynı anda aynı kıtada, bilmiyorum.

Bilmiyorum hangi ülkenin doğusunda çekecek suyunu, neresi kuruyacak o okyanusun...

Hırçınlığı neden, öfkesi neden, dinmeyişi neden, bilmiyorum. Nerede birikiyor bunca katı hırs, ruhuma sızmanın binlerce yolunu bulan rüzgar gibi olmayıp, taşmanın daha kaç yolunu birden tıkayıverecek usanmadan, bilmiyorum...

Bunca bilmemenin arasında o rüzgarın çarpa çarpa parçaladığı pencereleri bantlıyorum. Islık çalarak girmesinde engel teşkil eden hiçbir durumun olmayışına haber verdiği o boşlukları dolduruyorum. Biri henüz bitmişken, ötekinden de büyük bir başka boşluk daha açılıyor.

Bu hengâmenin içinde sürekli ıslıkları dinliyorum. Hiçbir ritmi olmayan bu seslerin anlamlı bir bütün oluşturmasını, son derece rahatsız bir anlamsızlığın içinden seyrediyorum.

Nasıl birbirlerini bulup, takırtılarını daha ben yolumun sonunu varması gereken yere bile çevirememişken denk düşürebiliyorlar, bilmiyorum... Seyrediyorum. Kendimi iterken bu rutinin içine, daha kaç bilinmezliği ağırlayacağımı düşünüyorum...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dokuzun Öyküsü

Salt Bilmek Anatomisi

Şâd