Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Lacivert Kokulu Beyaz Papatyalar

Yazmayı kaybetmek... Elini, dilini kaybetmek gibi. Hissediyorum maalesef. Evet uzun zamandır içine düşmeyi mükâfat saydığım bu çukurdan çıkarılıyorum yavaş yavaş. Hissediyorum. Hissetmemeyi ödül bilmiştim bu çukurda. Kendine zıt bir ödül daha alışıma seviniyorum gibi. Hissediyorum, içimi tırmalayan şeylerin varlığını. Uzunca bir müddetti ki yoktular ortalıkta. Fakat şimdi, ciğerimin sol alt köşesinden yeniden başladılar ayaklanmaya. İlk başlarda anlayamamıştım. O karmaşayı, o ağrıyı, o bezmişliği, ve çürümüşlüğü hissetmeyeli 8 ay oluyordu. Unutmuştum nasıl acı verdiğini. Bileğimden yukarısını bir kapana kıstırmışlar gibiydi o gece. Tüm yıkıntıların altından çığlık çığlığa, avazım çıktığı kadar bağırarak yeniden yardım istedim, standart kalıplara sığmayı kabul etmiş ve aslında o göçük altında can çekişmeme sebebiyet vermiş ve arkalarında bıraktıkları enkaza bir kez olsun dönüp bakmadan koşar adımlarla uzaklaşmış bencil insanlardan. Son gücümle ufak bir yardım... Sayfalarca

İncitmeyin !

Uğraşırsınız. Herkesten bağımsız, yalnız bir kişiye de olsa inanma çabalarına girişirsiniz. Ancak her deneyişinizde, kesikleri dolayısıyla kanayan dizinize her yara bandı vuruşunuzda, kaçacak yer bulamayınca evinizin balkonuna çıkıp sessiz sessiz içinize her ağladığınızda ve nefes bildikleriniz sizi yavaş yavaş kırmaya başladıklarında, anlayacaksınız ne kadar uğraştığınızı. Bu uğraşıların her birinin yükü katlana katlana eklenecek ömrünüze. Daha ağır güleceksiniz mesela, eğer fiilen etkisini arayışlara girişirseniz. Daha uzun bakacaksınız daldığınız yerlere. Eskiden düşündüğünüz şeylerden çok daha farklı olacak şimdi düşündükleriniz, daha yorgun olacaksınız hiçbir şey yapmamış olmanıza rağmen. Öylece bir durakta saatlerce bekleyecek ya da bir otobüste ineceğiniz durağı defalarca kaçıracaksınız. Eskisi gibi olmayacak hiçbir şey siz yorulduğunuzu hissettiğinizde. Eskisi kadar güçlü bakamayacaksınız etrafa. Bir darbeyi aldıktan sonra yeniden doğrulabilirsiniz ancak bu sizin 3.yıkılış

Şâd

Perde aralıklarınızdan sızıp göz kapaklarınızı aydınlatan sabahın ilk ışıkları vuruyor odanıza. Akşamdan kalan birkaç eksiklik üzerinizde. Yerinizden doğrulup çıkıyorsunuz bir ceset gibi uzanıp kaldığınız yataktan. Perdeyi, yara içinde kalmış ve nasır tutmuş ellerinizle aralıyorsunuz. Odada bulunan bezmişlik kokusunu imhâ etmek adına pencereyi açıyorsunuz, ve yüzünüze vuran soğuklukla birlikte, artık uyanıksınız... Dışarıda, odanızdaki küflenmişlikten çok daha başka bir yaşam var. Çok daha başka kokular. Sanki bunca dizginliğe gömülüşünüz zerre kadar bünyenizi etkilememiş gibi gözlerinizi biraz daha sıkı kapatıp kirpiklerinizin göz çevrenize batma durumuna aldırış etmeden, geceden yağan yağmurun ortalıkta bıraktığı, kendi kimliği niteliğini taşıyan toprak kokusunu içinize çekiyorsunuz. O koku, yeşil eskitilmiş ve yıllanmış bir vazoda bir demet papatyayla içinizin cam kenarına yerleşiveriyor. Sonra, sabahın ilk saatleri olmasından ötürü bir rüzgâr yetişiyor uyanmışlığınıza. İnce b

Nâdiratlar Çerçevesi

Hayatımızın kısım kısım sızlayışını benimsemiş raflarımız vardır. O raflara ömrümüzden tane tane hatıralar serpiştiririz. Tozlanacağı tutar, elimizde bez, toz kondukça temizlemek için nöbet tutarız. Eskir, yeniden kaplatırız. Kabukları atar rafın, onarmaya girişiriz. Oysa ne eksik yanları vardır o küçücük rafın. Onca uğraşınıza rağmen o çizgiyi bir türlü dolduramayışınız. Günlerce hatta aylarca o rafa, bir milim ilerleme kaydetmek adına, yerleştirmek için  tek hatıra ararsınız. Tek anı. Bu rafa sonsuzluğu kazandıracak tek zaman zarfı. Ama yok, bulamazsınız ve bulamayacaksınız. Yaşamadınız ve yaşayamayacaksınız. O raf hep boş mu kalacak ? Oraya hiç kahveden başka renk bırakmayacak mısınız ? Zorluyorsunuz hafızanızı, kendinizi, prensiplerinizi. Nadiratlarınızı biriktirdiğiniz bir çerçeveye yanaşıyorsunuz. En uçsuz, en sıcak ama en huzurlu hissettiğiniz birimleri dizmişsiniz o çerçeveye ya da zamana ait bir çizelgeye işte. Elleriniz santim santim geziyor her karenin üzerinde. İnce inc

Tek Cadde

Çok büyük şeylere bağlamamak lazım mutluluğu. Mutluluk klişedir. Çok küçük noktalarla mutlu olabilir insan. Süslenmelere ve yapmacıklığa girişmeden gayet rahat gülebilir yüzümüz. Bir bulutu çok eşsiz bir şeye benzetişinizde mesela huzuru yakalayabilirsiniz. Ya da bir yolu yanınızdaki muntazamlıkla baştan sona ezberleyerek yürüyüşünüz gözlerinizi her kapattığınızda göz kapaklarınıza asılı çerçevelerin içini doldurarak sizi sevindirebilir. Herşeyden bi haber yanınızdaki beyazlığa odaklanışınız hafızanızda yer edinmiş en kötü anları silmeye yetecektir. Çok üstelemeyin mutluluğu. Büyütmeyin, ufak tebessümlere sığdığına ben şahidim. 1 eylül... Uzun sayılmayacak bir yolun üzerinde, tek kaldırımda dahi arka arkaya yürümeyi hayal edemediğim, kendi dünyam içerisine sığdıramadığım yürek sızımla yan yana aynı adımları attık. Ve inanın, mutluluk herkes için erişilmeyecek bir şeymiş gibi dayatılmış bize. O gün bunu anladım. Kaybettiğiniz kendiniz ile yürüdüğünüzü düşünün o kaldırım taşların

Düşle Yeter

Göğüs kafesinin içinde bambaşka bir dünya var. Her rengin, her tonu özenle yerleştirilmiş. Simsiyah bir boşluk üzerine parça parça ayrıştırılmış. Ve o siyahlık sadece bir fon haline dönüşmüş o renkli bulutların arkasında. O dünya senin dünyan. Sana ait... Mor bulut var bir köşesinde. İçerisinde bir ağaç. Dalları oldukça kalın bir dut ağacı. O ağacın bitişiğine kurulmuş bir salıncak. Salıncağın üzerinde senin hüznüne gölgelik yapacak beyazlık. Bir de hemen yanında oradan oraya koşmaya ve eğlenmeye gömülmüş, gülen gözleriyle devasa sıcaklıklara sahip olan, yorulunca da büyük bir hevesle yanında uzanıp soluklanan bir çocuk. İzliyoruz bir müddet. Fakat elimizde olmadan sanki bize burada bu kadarcık süre ayrılmışçasına hemen solunda, sanki ona yapışıkmış gibi bizi bekleyen ikinci bir buluta geçiyoruz. Mesafe çok uzun değil, yorulmuyoruz. Bulut sarı. İçeriye, bir kapının açılmasıyla tüm sessizliği yerle bir eden konuklar gibi girdiğimizi hissediyoruz. Aynı anda ikimiz de.  Oda ka

Değişmeyen Şeyler Var

Bir iz var kalpte. Her görmek isteyene apaçık gösteremiyor kendini. Bir iz var kalpte. Sesi dünyadaki tüm şarkılara kaynak oluyor. Büyüyor o iz. Geçen her saatte katlanıyor. Birkaç çıkmaza gömülmüşken birkaç cümlesiyle gözlerinize dokunuyor. Kapkaranlık bir yerde bir başınızayken tutacağınız el, uzun bir koşudan sonra soluk soluğa kalmışken size yetişen nefes oluyor. Onca dua ve onca hüzün bir bir süzülüyor birkaç satıra. Önceki gece toparlanamıyorum diye hıçkıra hıçkıra ağlayışınızı selamlarken bu gece sevinçten uyuyamayacağınıza sebebiyet veriyor kısa birkaç kelime. Çıkmazı olmayan sokaklara sürüklenişinizi durdurmak adına her zorluktan bir parça çalıyor. Birleştire birleştire, uyuştura uyuştura ulaşıyor. Mesela kısa bi ses değiyor sesinize. Ne Baharda ne de Kışta vardır o dizginlik. Böyle sonsuz elemlerden sizi sıyırmaya gelmiş sonsuz beyazlıklar gibi. Tavanı daha farklı izliyorsunuz bu gece birde. Korku ve endişelerden çok birkaç dakikalık mutlulukları hesaplıyorsunuz. Ta

İnilti

Nasıl iğrenç ve tiksinti duyulası bir gece. Sanki içinde barındırıyor tüm eksikliklerimizi. Alışılan bir tınıdan uzakta uyuyor olmayı ve bu tınıdan sonsuz uzakta güne başlamayı barındırdığı gibi mesela. Günün tüm aydınlığını çöp edebilecek bir gece. Çaresiz, boş ve sulanmış gözler. Titreyen bir çift kol ile balkon korkuluklarına tutunmuş, oradan gökyüzüne yüzünü asan insanları izlemeye başlayan ben varım bir de bu gecede. Nasıl tiksinti duyuyorum ve nasıl da içine gömülüyorum sessiz sessiz. Alışmış olduğum tona asılı kaldığım süre zarfından sonra ondan uzak kalışımın ilk gecesi. Her renk aynı gibi. Her yer siyah. Tek kat açılmaz hiçbir açıdan. Her yeri tamamen kara. İnsan düşebilirmi bir telefon boşluğuna ? İnsanın canını yakar mı hiç kapalı olduğunu belirten o ses ? Ya da öbür uçta sesini duymak istediğiniz zâtların sesinize yanıtlarla ortaya çıkamayışı ? Öylece saklanması o sessizliğe ? İnsanın gözleri sulanır mı bir renk eksildi diye ?... Boş bir caddeye bakıyorum ve bitmiyor bu

Nasıl Bitecek ?

Bir kapının daha açılış sesi aydınlatıyor geceyi. Sağlam bir adımın atılışı inletiyor sessizliği milim milim. Artık birşeyler daha net, sisli görünümü altında ayırt etmek çabalarında boğulmamak bir nebze daha açıyor koyulukları. Birkaç farklı ses ve birkaç farklı nefes. Yetiyor tamamen değişmesine rayına oturduğunu sandığımız şeylerin. Hep sanmalar ile düşüyoruz farkında olmadan. Öylece dimdik yokuşlardan yuvarlanışımızın adı oluveriyor. Bir cümleye takılıp kayıyoruz. Baştan sona tüm hayatımızı bir cümle değiştirebiliyor, gününüzün nasıl geçeceğine, nasıl nefes alacağınıza, adımlarınızı nasıl ve hangi hızda atacağınıza ve göz açıp kapayışlarınıza, tüm bunların hepsine bazen tek bir cümle etki edebiliyor ve kendinizden dahi gizlediğiniz tüm yaşantınızın kontrol noktası vazifesini üstleniyor.. Tam olarak bunlara saplantılıyken yakaladı beni o cümle. Herşeyin, aslında anahtar vasfı taşıyan birkaç kelimeye bağlı olduğuna olan inancımı pekiştirirken. Önce hafif dalgalandı boşlukta. Yayı

Tını

Binbir zahmetle çekip çıkardılar bizi o karanlık ve köhne yerlerden. Çeşit çeşit sızıyla katlandılar griliklerimize. Şimdi adım adım aynı sona sürüklenişimizi izlemekten başka birşey yapamıyoruz. Öylece, kendi yok oluşumuzu büyükçe sessizliklere gömüle gömüle izliyoruz. Kimse 'acaba?' Diye düşünmenin dışına çıkamıyor. Ve yine kimse, içimizde geceler boyu biriktirilen keşkeleri duymuyor. Milim milim yaklaşıyoruz gülümseyeceğimizi düşündüğümüz günlere bu karanlık içerisinden... Bir salıncağa ilişiyorum usulca. Yeşil bir örtüyle kaplanmış. Gece yoğun, yıldızlar herzamankinden çok daha parlak ve yakın görünüyor. Gözlerimi asıyorum gökyüzüne. İçinde tedirginlik barındıran tüm bakışlarımı. Titreyen ellerimle usul usul yıldızların arasına bırakıyorum. Sonra uzanıyorum yeşil örtü giydirilmiş salıncakta. Üzerime yağıyor bakışlarım. Kendime gelmek için gökyüzünden geçiyorum. Başka bir yol bulamıyorum beni hafifletecek. Başka bir çıkıştan yayılıp da gelen temiz havayı hissedemiyorum..

Cam Kenarı

Hepimizin sığındığı yerler vardır. Küçükken hele... Nasıl da güvende hissederdik kendimizi oralarda. Biz büyüdükçe ve zaman artık bize pek de sevimli olmayan yüzünü göstermeye başladıkça bir bir değişirdi sığınaklarımız. Günden güne farklılaşırdı. Kimi bir parkı tercih ederdi afyon diye, kimi bir otoyolu. Bazılarımız da bir cam kenarını. Ben, cam kenarını tercih edenlerdendim. Birkaç patırdı duydum mu sinerdim yatağımın en ucuna, kaldırır kafamı gökyüzünü izlerdim. Yazlık ve kışlık olmak üzere yılda 2 defa odamın düzeni değişirdi. Pencereye yakın olamadığım zamanlarda kendim, yatağımı ite ite   yerleştirirdim duvarın en dibine. Ne kadar dipte olursa, hatta ne kadar kaldırmaya uğraşırsam kafamı sanki o kadar iyi olacaktı her şey. Sanki o kadar mavi. Ve ben ne kadar düşersem oradan yansıyan ışık kaldıracaktı beni. O hisler içerisinde gecelerce uyuyabilecektim. Benim düşüncelerimden ziyade orayı özel kılan başka birçok sebep vardı. Mesela tüm iç çekişler hep bir cam kenarında gerçek

72. Sabah, 72.Güneş

Bir kitabın son sayfalarına denk düştü karşılaşma duygusunu tadışımız. Mayıs girişinde herşeyden bihaber nefes alışlarımız... aynı yollardan birbirimizden habersiz geçişlerimiz... Yıllar sonrası adına saatlerce sayfalar sıraladık. Ve yine, yıllar sonrası adına uzun uzun Hiç olmalar bıraktık. Azar azar arttı hissizlik dürtüsünün etkisizliği. Azar azar uzaklaştık bencilliklerimizden. Koca yok oluşlara adım attığımız saatlerde ilmek ilmek dualarla işledik  önümüzdeki kumaşa bir nebze hafifleyebilmek adına tüm sevinçlerimizi. Bizden çok uzakta, çok imkansız yerlerden aminler bulaştı ipliğimize. Şimdi seyretmek şuncacık adımla bu çapta bir gelişmeyi, tıpkı onlarca yıldızın kayışına bir göz değişinde rast gelmek gibi. Gökyüzünün yürüyüşüne denk geldim geçen onca uykusuz gecede. Meğer tüm adım atışlarımız bize yaklaşan şeyleri görebilmek çabası içine girişimizdenmiş. Gelişin öyle muazzam ve öyle kusursuzdu. Tüm yok oluşları yüreğinde toplayabilecek kadar zariftin. Böyle gecelerde, gök

Pinhan

Son bir gayret dedim. Haydi, kalk ve silkelen, son bir gayret... Gökyüzünün, en derin gecelerde duyurduğu seslenişinin diğer tüm gecelere ardı ardına yankılanışı için son bir nefes daha... Gelecek ile başlamak istedim bu gece. Kalemsiz kaldığım onca gece anısına... Bir geceden sonda diğer bin geceyi aynı heyecanla özlemek gibi işte geleceği özlemek. Kurduğumuz hayallerin yuvası mesela bu cümle. Cesaretsiz kalışlarımızdan ötürü atamadığımız adımların ismi, hiçbir zaman hiçbir saate denk düşüremediğimiz karşılaşma isteklerimizin yıkık hâli. Gelecek... üzerine onlarca hayat inşa ettiğimiz yegâne kavram... Geleceği özlemek, geceyi özlemek gibi. Maviye duyulan hasret, seni cayır cayır yakan ateş, biraz olsun sitem etmeyen yürek ve zerre titremeden dimdik kalem tutan ve yazan el. Ne bir adım atabilmek ne de yerinde sabitlenmek... İşte böyle böyle, yükü günden güne omuzlayan dolayısıyla azalan tüm kırgınlıklarım beni bu cümleye yönlendiriyor. İşte böyle böyle, raflarıma dizili, içi c

16.45 Yazısı

Farklı seslerden aynı cümleleri işitmekle geçiyordu sanki her şey. Böylesine sıradan ve kendini yineleyerek devam ediyordu. Sonra birgün, sabaha karşı menekşe kokuları sardı etrafımı rüyamda. Tarifsiz huzurlar ile gelmişti... Uyandığımda çok ağladım. Öyle büyüktü ki çaresizliğim, aradım durdum aylarca o kokuyu. Sızladıkça sızladı yüreğim. Ben o sızıda kayboldum... Yine bir gün sabaha karşı çok farklı bir ağrı hissettim rüyamda. Uyandığımda hâlâ devam ediyordu. Anladım ki tüm bedenimi saran bu ağrı, binbir kırıklık ile gülümsememi sağlayan ağrıyla aynıydı. Meğer ben tüm kırgınlıklarımı herkesin uyuduğu sabaha karşı vakitlerinde toplamışım. Meğer ben bir, ay geceyi terk ediyor diye darılmışım... Sonra, tüm arayış ve sonuçsuz kalışlarımdan çok çok sonra, içinde kaldığım kuyuya alıştığım zamanlarda parça parça ışıklar dağıldı içime. Sanki biri özellikle yerleştiriyordu. Kapkara gecelerin birdenbire aydınlanışına şahit oldum. Cılız bir ışığın, sessiz sessiz büyümesini izledim öylece.

Behengâm

Korkmayacaksın. Yıpratmaktan da, yıpratılmaktan da korkmayacaksın ! Daha çok üzerine gelecekler senin. İçinde yaşayıp çevreye sezdirmemek uğruna kendi derinliklerinde devam ettirmeye çalıştığın hislerin daha çok üzecek seni. Sıkıntılara düşeceksin. Umudun günden güne azalacak belki. Birşeylerin karşılığını alamadığını düşünüp başın, bir hayal  kırıklığı taşıyormuşçasına eğik gezeceksin... Dik dur! Bunlar en iyi günlerimiz için birer basamaktır. Dik dur ve gökyüzünden sana süzülen maviliği selamla. Mavinin her tonu senin için seçilmiş... Yüreğinin keşfettiği yeni yerlerde, içini acıdan titretecek ve hep bir vedayı andıracak cümleler bulacaksın. Sarsıntısı ses tonuna yansıyacak. Ses tonun, sessizlikler ülkesinin en bilinmeyeni kadar sakinleştirici. Keşfetmek adına yola çıkacağın şu ülkede ne kadar az duyuluyorsa o ses o kadar değerli... Bu ülkeye adım atmak çok zordur. Yedi kat, her biri renkli ve kilitli kapılar ile örtülüdür girişleri.  Bir kapıyı açtığın zaman, öbür

13 Mayıs

Yazmak için çok acı gerekir zannımca, vesselam... Acıya taşmak, yanmak, ateş olmak gerekir. Birine yaklaştığın vakit, onu yakmaktan korkacaksın hem ona yanmaktan... Korku... Yazının evrensel dilidir. Ateşi yazabildin mi hiç ?!... İstisnasız her gün ve her gece acıyı da, ateşi de beraber yazdım. Sonra titreye tireye parmağımı kağıtların ucuna sürdüm. Sürmem ile kağıtların üzerinde hakimiyetini ilan eden cümlelerimin alev alması bir oldu. Benim külleşmem ve kağıtlar üzerinde yer alan her bir harfin tek tek toz olması gibi. Oldukça soğuk bir gecede yakılan, cılız bir ateşin kimseyi ısıtamayışı gibi... Elimi uzatacak gibi oluyorum. Sonra karşımdakinin de benim ile aynı kadere bağlanacağından korkuyorum. İçinde gömülü kaldığım şu dehlizin duvarlarına birilerinin adını yazmaktan çekiniyorum. Yanacağını bile bile kim yaklaşır ki bir ateşe ? İnsanlardan kaçışım bu yüzden belki de... Serin bir yaz gecesinin içinde, yüzüme vuran ılık rüzgarı ve bu denli büyülü bir rüzgarın baş dön

Nagehan

Öyle bir zamanda oldu ki ziyaretin. Ben, ne uyanıktım ne de temkinli... Öyle bir anda buldun ki beni, düştüğüm koca karanlık ve kalabalık boşlukta. Ne çıkmak istedim ordan ne de saklanmaya devam etmek. Beni, iki adımım arasındaki bir uçurumda yakaladın, öylesine korkak ve umutsuzken... Biraz sakinlik dilerken buluyorum şimdilerde kendimi. Biraz hazırlıklı  ve biraz gülerken. Ara ara soluklaştığı oluyor beynimin duvarlarına geceleri çığlıklarla ve tırnaklarımla beraber kazıdığım anların. Fakat izleri bir türlü silinmiyor üzerimden. Hep bir karartı ve hep bir bezmişlik hakim düşüncelerime. Belki, bir gün o uçurumdan beraberce döneriz. Hiç konuşmadan. Söylemek istediklerimizi susarak anlatmak için adımlar atarak... Yıllar sonrası için planlar yaparken yakalıyorum kendimi, yüreğimin ücra köşelerinde hiç kımıldamadan öylece asılı duran tozlu ve renkleri solmuş portreler içerisinde. Şimdi karşıma geçsen, birşey anlatamayacağımdan eminken... Ben, olabilecekler çerçevesi içinde, baze

Pulsuz Mektup

Uzunca bir süre anlamayacaksın beni. Çok uzun bir süre... Bıktığın,  Sinirlenip öfkelendiğin, içinden fütursuzca bağırıp, yüreğinin kararmış ve kimsesiz odalarındaki  çerçeveleri bir bir parçaladığın anlar yaşayacaksın.  Uzunca bir süre, kendi sınırlarını zorlamanı izleyeceğim belki. Uzunca, çok uzunca bir süre, anlamayacaksın beni. Bir ses belki sadece istediğin. Birkaç bahar kokulu, renkli, seni hayal dünyan ile baş başa bırakacak cümle.  Fakat azîzim, ben, her insanın ancak bir defa o muazzam bahar kokusunu duyabileceğine inananlardanım. O bir anlık koku için tüm dünyayı bir kenara bırakıp, o kokuyu biraz daha derinlerde dinleyebilmek umudu için, tüm bu bekleyişler, değişmeye teslimiyetimiz ile beraber tamamen  açık olma çabalarımız ve acı içinde kıvranacağımız vakitler bizi yıpratmayacaktır.  Ben, geride 2 gün, belki 2 ay sürecek birkaç anının kırıntısını bırakmaktansa, uzunca anlaşılmayı beklediğim süre zarfından hemen sonra başlayacak olan bahar kok

Bir Damla

Uzunca bir süreden sonra çıktım saklandığım çürük, küflenmiş, tavanından sular sızan köhne sığınağımdan. Sebebini bilmediğim halde kendine çeken, içinden çıkmayı hiç düşünmediğim bir sığınak... Her göz kapayışımda yeniden ziyaret ettiğim, her göz açışımda ziyaret edildiğim... Uzunca bir süre sonra yağmurda,  sadece heyecandan  karın boşluğuma saplanan ağrıyı hissederek gezdim şehrimin gri taşlarla döşeli kırılmış sokaklarını... Bir farklıydı yerler. Taşlar ve insanlar. Ben bugün insanların adım atışlarındaki seslerini dinlemeden yürüdüm. Islanmaktan korkmadan  ve  o seslerin anlattığı hikayelere konuk olmadan nefes aldım. Ben, bugün, bir cam kenarında beni de anlayanlar vardır diyerek sustum. Suskunluğumu anlayan ve sağır edici sessizlikleriyle savaşanlar var. Bir kitaba saatlerce gömülüşümü, gülen gözlerle bağırışlarımı, yazdıklarımla kalemim arasındaki  bağlantıyı ve hatalarım sonucu ortaya çıkardığım koyu kırmızı çizgilerime olan sadakatimi anlayanlar var. Belki benim habe

Ölüm Gibi Sessiz

Arkanı dönüyorsun. Bu sefer tamam, bitti her şey. Sona erdi tüm çığlıklar, yüreğinin duvarlarını kazıdıkça kanayan tırnaklar. Karanlıkta durmadan yer değiştiren insan portreleri. Bitti tüm suskunluklar ve titreyişler diyorsun. Kafanı kaldırıyorsun elinden geldiğince tadını çıkararak. Yavaş yavaş ve sindire sindire kokusunu maviliğin. Gökyüzü olabildiği kadar tek renk ve beyaz bulutlarla kaplı. Kim istemez ki böyle bir dünyayı. Gökyüzünü ciğerlerine doldurmayı...     Elini uzatıyorsun o kudretli maviliğin, ihtişamlı bir ölümü andıran sessizliğine. Elini uzatıyorsun. Ve birden yerle bir oluyor her şey. Tüm ortada kalmışlıklarından kurtulduğunu sandığın sırada bir yenisi yapışıyor yakana. Anlıyorsun, yine bitmiyor. Bir hafıza kaybının ve bir kayboluşun şuan için ne muazzam bir şey olabileceğini geçiriyorsun aklından... Bir ses, bir olay, birkaç sözcük. Nasıl bu denli şiddetli bir boşluk yaratır diye saatlerce içinden çıkmaya çalışıyorsun o kararsızlığın ve kül rengi ruh hallerinin.

İçimizdeki Çukurlar

Çok yorgunuz. Çokça sararmış yüzlere ve kendi içimizde, varoluşundan dahi habersiz olduğumuz,  koca bir kırgınlık dünyasına sahibiz. Kırgınlıklarımızın, nefretlerimizin, kin ve öfkelerimizin olduğu bir dünya. Gerçek bir yer bu içimizde saklı ve karanlık kalan. Ve birde içimizdeki bu dehlizden, gecenin kör bir vaktinde herkesten gizli kaçıp kurtulmaya çalışanlarımız... Tüm kaçma çabalarımızın boşa çıktığındandır belki her gece alışmışlık hissiyle göz kapayışımız. Tüm kalabalıklardan tiksindiğimizdendir belki de geceye olan muhabbetimiz. Öylesine duru bir gecede yazmaya başlamaktır belki sessiz ve kimsesiz çöllerde, karanlık ve rüzgârlı kalpleri bulmak için çıktığımız yollar.  Uzadıkça uzayan bir yitip gitme hikayesi belki de. Herkesten uzak ama herkesin içinde. O duyguyu biraz tatmak içindir belki tüm saatlere, gece için sabretmek.  Bir nakarata takılıp, o bölümü tüm gerçekliklerden soyutlamak ve herkesten saklamak gibi. Geceyi beklemek,  sadece birkaç sayfa kitap kokusunu bek

Hazirana Mektup

Bir yaz gecesinin yaklaştığını hissediyorum. Aydınlık mı, karanlık ve kasvetli mi kestiremiyorum. Birileri dolaşıyor kafamda. Kalbimde, kalem ve kağıtlarımın üzerinde. Göz kapaklarımın içerisinde. Umursamadan bir köşede çürümesini beklediğim küçük kırgınlıklarımın, devleşen resimlerinde. Kuramadığım, kuramayacağımız cümlelerde... Birileri hep bağırıyor. Birileri, hep kötü bakıyor. Birileri, hep herşey sessizce yaşansın istiyor. Bir hayal parçalanırken sessiz kalınabilir mi ? O parçaların yere çakıldığı vakit bin parçaya bölünüşleri sessizce silinir mi kulaklardan ? O kırıklar üzerinde atılan küçük adımlar, büyük depremler... sessizce geçip giderler mi sahiden ? Üzerimizdeki  tüm bencilliğin, griliğin ve stabilleştirilmiş yaşam çizgilerinin izlerini alıp götürebilir mi biri ? Tüm kayboluşlarımızı çalabilirler mi ? Ya da duvar diplerine sinen çığlık seslerini... Birileri ! Birileri artık bizi uyandırabilir mi ? Sebebini bilmeden üzerimize geçirdiğimiz bu giysileri -kalabalık

Karanlığın Himayesinden Çıkmak

Bir kitapta kaybolmak, bir yazıda saklanmak, bir kaleme dayanmak... Geceyi selamlamak ve gökyüzüne aşkların en güzeli ile bakmak. Tüm bunların hüküm sürdüğü ama dışarıdan tüm hastalık renklerini üzerinde taşıyan, sessiz ve depremlerle dolu kimsesizliği ile  karanlık bir yer... Yakılsın yanında gemisi olmayan limanların hepsi. Uzaklaştırılsın oradan tüm varlıklar. Eğer yoksa limana taşınacak bir gemi mutluluk, yakın gitsin. Var mı ehemmiyeti ? Var mı acımayacak can? Öylesine soluk ve öylesine gri. Böyle bir limanda, yükü mavi gökyüzü ve gökyüzüne aşık beyaz bulutlar olan bir umut gemisi nasıl beklenir ki ? Tüm bunlar sınarken limanın sabır ve sadakatini, bir hüzün yayılıyor önce ortaya. Sonra, bir bahar havasının yaydığı sevinç yankılanıyor ortalıkta... Belli ki bir umut gemisi yaklaşıyor bu limana. Geminin de ışıkları yok. Gemi de karanlık. Gemi de sessiz. Ve belli ki, o da kimsesiz... uzunca bakıyor geride bıraktığı sonsuz maviliğe. Uzunca ve ürkek gözlerle,  Titreyerek. K

Menekşe Kokusuna 15 Kala

Kafamın içinde muazzam büyüklüklerde depremler oluyor, uyuyamadığım geceler. Sabahına kurumuş gözyaşları ile uyandığım geceler. Gözlerimin zaman zaman ağırlaşıp kapandığını hissediyorum. Kafam artık hiçbir şey almıyor. Kafamın almadığı kadar vücudum da taşıyamıyor ve yoruluyorum. Anlattıkça bıkan suratlar görüyorum. İçime ata ata çürüyen ciğerlerim.  Bir kalem kırılsa, bin hayat söndü ve tüm limanlar gemisiz kaldı diye dert edinir ağlarım. İnsanlar, ne de boş ağlıyor diye gelip geçerler önümden. Hepsinin yüzünde aynı ifade. Tiksinti... Oysa bu tiksintiyi(!) duyan insanların hepsi aslında ağlamanın, insanı nasıl temizlediğini hiçbir zaman bilemeyecek olan mahluklar ! Bu ifadeyi her insanda gördüm, kendini kaybedende de, malını kaybedende de. Oysa ne büyük bir arayıştır insanın kendini, kendi çölü içinde araması. Fakat insanlar sadece bu ifadeyi yüzlerine damgalamakla yaşıyorlar. Ne korkunç bir yaşama şekli ve ne korkunç bir kalabalık... Sırf bu yüzden, insanlara alışmadım. Al

Bir Salı Gecesi

İçime, çok içime, kimsenin göremediği fırtınalar çiziyorum. Kimsenin hissedemediği fırtınlar besteliyorum. İnsanların hayatında yaprak kımıldamazken. Ellerimden, ellerimin kayışını, boğazıma yerleşen ve orayı evi belleyen beni de rahat bırakmayan o yumruğu, kördüğümü ya da adına ne derseniz... Onu bu gece serbest bırakıyorum. Sonsuzluğun kollarına. Ve senin. Elinden alınmış ellerinin anısına. Gözünden düşmeye cesaretsiz gözyaşının ve etrafın doluyken hissettiğin o boşluğun anısına. Ben bu gece ölüyorum. Bir gece daha yok. Tüm yaşanmamışlıklara, gülünmemişliklere, ağlanmamışlara, uğurlanamayan ve uzadıkça uzayan kayboluşlara... Cesaret edilmemişliklerimize ve pişmanlıklarımıza. Aradığımız o sıcaklığa. Ben bu gece ölüyorum. Bir dolunay, bir yağmur ve ben... Ben bu gece gidiyorum. Bir pişmanlık daha yok...

O İnsan

Hayat bazen intikam almak istercesine yüklenir bize. Bu yolda bazen insan kırgınlıklarından, ulaşamadığı şeylerin yorgunluğundan, parçalanmışlığından, yenilgilerinden insanlar arasında dolaşan kibirden, kendisine yapıldığını düşündüğü haksızlıklardan, birikmiş öfkesinden o kadar sıkılır ki.. Bir de kimsenin farketmediği, nefes alışlarından habersiz olduğunuz bir insan vardır ortada gezinen. Kahkahalar saçan ama içinde dünyanın en büyük savaşını yaşayan... Kısa bir an için kıyametler kopuyor yüreğinin ulaşılması en güç köşelerinden birinde. Ulaşılması en güç ve köhne köşelerinden birinde... Bu kıyamet çok fazla can acıtıyor o terk edilmiş köhne yerden öyle bir sızıyor ki. Göz yaşartıyor, içinde biriken onca kin nefret ve kan, yüreğe bütün dünyaya kendisini dinletebileceğini düşündürüyor.. Avazı çıktığı kadar susarak. Çığlığından kimse anlamadı. Suskunluğu sağır eder belki insanları. Güç veriyor ve bu güç öylesine iki yüzlü duruyor ki. Bir o kadar da vazgeçilmeyecek kadar kir

Her Şeyin Bir İlki Olurdu

İlk defa ben gitmek zorunda hissettim kendimi.. İlk defa her şeyi geride bırakmak Bırakmak istediğim kadar da yıkılmak, kaybolmak.. Geride bıraktıklarıma bir daha bakamayacağımı bilmek, belkide bir daha dönemeyeceğim kadar uzağa gitmek kendi içimde. Ne kadar gidebilirim ki ? Dışarıdan hiçbir yere, fakat içimde biryerlerde en dipteki uçurum kenarlarına... Hergün aynı pencereden bakmaya cesaret edememek, orada göremeyeceğimi kendim bırakmış olmam, Ah! Tanrım bilinçli olmak ne kadar da ürkütücü.. Herşeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlamak, unutamamak. Adeta beynimi tırmalıyorlar, çıldırıyorum nasıl böylece tutarsızlar. Kaybetmeyi dilerdim hafızamı, keşke yaşamasaydım keşke yaşatmasaydım geride bıraktıklarıma bu acıyı.. Aslında en basiti keşke hiç bırakmasaydım onları.  Tabi buna imkanım olsaydı... Beni buna zorlayan şeyler olmasaydı, kim bilir  belki de şuan bir çocuğa bakarken gülebilirdim kalbimden ufacık bir sızı bile duymadan... Bir çocuğun gözlerinin içine bakıp gül

Herkesleşmek

Çoğumuz asil doğarız. Hatta inanması zor olsa da hepimiz aslında. Fakat bunu farkedenimiz çok azdır. Nedendir bilir miyiz ? Sadece susup izlemeyi denersek peki sonuç değişir mi ? Yada bu karmaşanın içindeki boşlukta, bu kalabalığın içinde, var ile yok arasında, devasa büyüklükte devam ettirdiğimiz eylemin adını koyarsak birileri fark eder mi ? Yokluğun devreye girdiği noktadayız. Yokluk... Maddiyat eksikliği değildir. Sırf birileri farketsin diye birşeyler yapmanın, bu derece zavallı olmanın adıdır. Bunu idrak edenlere de asil diyorum. Böyle bir anlık, karın boşluğunda geçiçi olarak hissedilen korktuğumuzda ve heyecanlandığımızda atağa geçen o ağrıyı, yokluğu maddiyat eksikliği sananlara benzetebilirim. Gelip geçici. Geçmez sanılan, ne hissettirdiği belli olmayan,  tekrar nüksedebilen. Bu insanlar asillikten yoksundurlar. Hepimiz asilizdir dememiştim. Asil doğarız demiştim. İğrençleşmek insanoğluna mahsustur sonuç olarak.. Doğduktan sonra ise bunu farketmek bizim elimizdedir.