Lacivert Kokulu Beyaz Papatyalar

Yazmayı kaybetmek...
Elini, dilini kaybetmek gibi.

Hissediyorum maalesef. Evet uzun zamandır içine düşmeyi mükâfat saydığım bu çukurdan çıkarılıyorum yavaş yavaş. Hissediyorum. Hissetmemeyi ödül bilmiştim bu çukurda. Kendine zıt bir ödül daha alışıma seviniyorum gibi.

Hissediyorum, içimi tırmalayan şeylerin varlığını. Uzunca bir müddetti ki yoktular ortalıkta. Fakat şimdi, ciğerimin sol alt köşesinden yeniden başladılar ayaklanmaya.

İlk başlarda anlayamamıştım. O karmaşayı, o ağrıyı, o bezmişliği, ve çürümüşlüğü hissetmeyeli 8 ay oluyordu.

Unutmuştum nasıl acı verdiğini. Bileğimden yukarısını bir kapana kıstırmışlar gibiydi o gece.

Tüm yıkıntıların altından çığlık çığlığa, avazım çıktığı kadar bağırarak yeniden yardım istedim, standart kalıplara sığmayı kabul etmiş ve aslında o göçük altında can çekişmeme sebebiyet vermiş ve arkalarında bıraktıkları enkaza bir kez olsun dönüp bakmadan koşar adımlarla uzaklaşmış bencil insanlardan. Son gücümle ufak bir yardım...

Sayfalarca ağladım. Bir daha yazamayacağım korkusu zorluyordu yarı açılmış kapıların çoğunluğunu.

Ciğerimden yayılan çürük kokusu, rengârenk saksılara dizdiğim lacivert kokulu beyaz papatyaları kurutuyordu.

Hoş, ben kurusunu da severdim papatyaların. Kitaplarımın arasında, dolabımın kapağında, pencere pervazında, fanuslarımın içerisinde, her yerde güzel ve sıcacık gelirlerdi bana.

Ama bu sefer öyle îtimatsızca  kurutulmuşlardı ki ciğerlerim tarafından...
Peki suç ? Suç kimdeydi ?

Suç, çürüklerimi bu seviyeye ulaştıran, aylarca uğramayıp kendini unutturduktan sonra çat kapı çıkıp geliveren amansız şu sancıda olabilir miydi ?

Tartışmaya dahî kapalı olacak sertlikle söylüyorum, elbette ki ondaydı !

Yenice onarmışken kendimi, yenice dikilmişken ayağıya, insaf, sargı bezlerimi çıkaralı iki veyahut üç ay dahî olmamışken, ne cüretkârlıktı ki bu geçmişteki çıkıveriyordu ortalığa ?

Böyle oluyormuş demekki, insanın unuttuğu şeyleri yeniden hissetmesi. Öncesinden daha acıtıyormuş aralıklar sonra yeniden takılı kalan şeyler kursağını.

Sanki kavanoz kavanoz çöpe döktüğüm cam parçaları, biri tarafından karıştırılmış da bulunmuş, zifiri bir gece vakti karanlığımın uykuya gömüldüğü saatlerin bilmem kaçında kapıma bırakılmış. Zile uzunca basılmış, ben uyanık olduğum halde sızılarımla açılmış yaralarımdan damlayan kanlardan yerimden doğrulamamışım ve kavanozlarımı yeniden alıp o kırıklar üzerinde yeniden yürümedim diye bana koca bir öfke duyulmuş.
Evim, yüreğim üçüncü defa aynı kibrit paketleriyle tane tane ateşe verilmiş gibi...

8 aylık bir cümleyi kimse anlamadıktan sonra küçük bir hüzünle temizleyip rafa kaldırmışım da, o raf birden bire koca bir sessizliğin ortasına çivisi sadece azıcık eğildiği için çakılmış gibi.

Anlıyorum ki o sessizlik içerisinde o rafı yerden tekrar kaldırabilecek tâkat kayıp, eridiğimizi kabulleneceğiz gibi gece ilerledikçe.

Çok defa daha unuttuk sanacağız çoğu şeyi. Çok defa daha bitti, geçti sanıp ümitleneceğiz. Tebessümlerimizin hadsafhâda olduğu bu zarif vakitte, yine bitti sandığımız sızılarca ateş içinde bırakılacak dört bir yanımız. Biz hep, bu son sanacağız. Ama hiçbir zaman o bahsi geçen son bizi bulmayacak. Biz, ancak sonu geçersek sönecek bu ateş. Yalnızca biz ondan geçersek bu sancılar, küflenmişlikler, iyileştikçe eskisinden daha şiddetle nükseden kayıplar bir daha hissedilmeyecek.

Mürekkebimiz, geçmeyecek dediğimiz şeyler bizden geçerse değil, onlardan tüm yaktıklarına ve yıktıklarına rağmen biz geçersek kurumayacak. Ancak biz, biz olmaktan vazgeçmezsek dünyadaki kelimeler rengini yitirmeyecek.

Biz unutmayı değil, inanmayı öğrenirsek hiçbir tele takılmadan nefes alacağız.

Ben şu köhne gökyüzüne ancak " biz " iken yalnızca incecik bir mavilikle bakacağım.  Ve oraya o tonda baktığımız gün geçmiş olursak geçmeyecek dediklerimizi, anlayalım Azîzim.

İşte o zaman anlayalım, yeşil saksılara lacivert kokulu beyaz papatyaları beraberce ekmiş ve yine beraberce teneffüs etmişiz kademe kademe bizi iyileştirmiş olan her şeyi.

Nice kırgınlıklarımıza ve çıkmazda kalışlarımıza gönderilen, nice yağmurlar gibi...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dokuzun Öyküsü

Salt Bilmek Anatomisi

Şâd