Kayıtlar

Mayıs, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Behengâm

Korkmayacaksın. Yıpratmaktan da, yıpratılmaktan da korkmayacaksın ! Daha çok üzerine gelecekler senin. İçinde yaşayıp çevreye sezdirmemek uğruna kendi derinliklerinde devam ettirmeye çalıştığın hislerin daha çok üzecek seni. Sıkıntılara düşeceksin. Umudun günden güne azalacak belki. Birşeylerin karşılığını alamadığını düşünüp başın, bir hayal  kırıklığı taşıyormuşçasına eğik gezeceksin... Dik dur! Bunlar en iyi günlerimiz için birer basamaktır. Dik dur ve gökyüzünden sana süzülen maviliği selamla. Mavinin her tonu senin için seçilmiş... Yüreğinin keşfettiği yeni yerlerde, içini acıdan titretecek ve hep bir vedayı andıracak cümleler bulacaksın. Sarsıntısı ses tonuna yansıyacak. Ses tonun, sessizlikler ülkesinin en bilinmeyeni kadar sakinleştirici. Keşfetmek adına yola çıkacağın şu ülkede ne kadar az duyuluyorsa o ses o kadar değerli... Bu ülkeye adım atmak çok zordur. Yedi kat, her biri renkli ve kilitli kapılar ile örtülüdür girişleri.  Bir kapıyı açtığın zaman, öbür

13 Mayıs

Yazmak için çok acı gerekir zannımca, vesselam... Acıya taşmak, yanmak, ateş olmak gerekir. Birine yaklaştığın vakit, onu yakmaktan korkacaksın hem ona yanmaktan... Korku... Yazının evrensel dilidir. Ateşi yazabildin mi hiç ?!... İstisnasız her gün ve her gece acıyı da, ateşi de beraber yazdım. Sonra titreye tireye parmağımı kağıtların ucuna sürdüm. Sürmem ile kağıtların üzerinde hakimiyetini ilan eden cümlelerimin alev alması bir oldu. Benim külleşmem ve kağıtlar üzerinde yer alan her bir harfin tek tek toz olması gibi. Oldukça soğuk bir gecede yakılan, cılız bir ateşin kimseyi ısıtamayışı gibi... Elimi uzatacak gibi oluyorum. Sonra karşımdakinin de benim ile aynı kadere bağlanacağından korkuyorum. İçinde gömülü kaldığım şu dehlizin duvarlarına birilerinin adını yazmaktan çekiniyorum. Yanacağını bile bile kim yaklaşır ki bir ateşe ? İnsanlardan kaçışım bu yüzden belki de... Serin bir yaz gecesinin içinde, yüzüme vuran ılık rüzgarı ve bu denli büyülü bir rüzgarın baş dön

Nagehan

Öyle bir zamanda oldu ki ziyaretin. Ben, ne uyanıktım ne de temkinli... Öyle bir anda buldun ki beni, düştüğüm koca karanlık ve kalabalık boşlukta. Ne çıkmak istedim ordan ne de saklanmaya devam etmek. Beni, iki adımım arasındaki bir uçurumda yakaladın, öylesine korkak ve umutsuzken... Biraz sakinlik dilerken buluyorum şimdilerde kendimi. Biraz hazırlıklı  ve biraz gülerken. Ara ara soluklaştığı oluyor beynimin duvarlarına geceleri çığlıklarla ve tırnaklarımla beraber kazıdığım anların. Fakat izleri bir türlü silinmiyor üzerimden. Hep bir karartı ve hep bir bezmişlik hakim düşüncelerime. Belki, bir gün o uçurumdan beraberce döneriz. Hiç konuşmadan. Söylemek istediklerimizi susarak anlatmak için adımlar atarak... Yıllar sonrası için planlar yaparken yakalıyorum kendimi, yüreğimin ücra köşelerinde hiç kımıldamadan öylece asılı duran tozlu ve renkleri solmuş portreler içerisinde. Şimdi karşıma geçsen, birşey anlatamayacağımdan eminken... Ben, olabilecekler çerçevesi içinde, baze

Pulsuz Mektup

Uzunca bir süre anlamayacaksın beni. Çok uzun bir süre... Bıktığın,  Sinirlenip öfkelendiğin, içinden fütursuzca bağırıp, yüreğinin kararmış ve kimsesiz odalarındaki  çerçeveleri bir bir parçaladığın anlar yaşayacaksın.  Uzunca bir süre, kendi sınırlarını zorlamanı izleyeceğim belki. Uzunca, çok uzunca bir süre, anlamayacaksın beni. Bir ses belki sadece istediğin. Birkaç bahar kokulu, renkli, seni hayal dünyan ile baş başa bırakacak cümle.  Fakat azîzim, ben, her insanın ancak bir defa o muazzam bahar kokusunu duyabileceğine inananlardanım. O bir anlık koku için tüm dünyayı bir kenara bırakıp, o kokuyu biraz daha derinlerde dinleyebilmek umudu için, tüm bu bekleyişler, değişmeye teslimiyetimiz ile beraber tamamen  açık olma çabalarımız ve acı içinde kıvranacağımız vakitler bizi yıpratmayacaktır.  Ben, geride 2 gün, belki 2 ay sürecek birkaç anının kırıntısını bırakmaktansa, uzunca anlaşılmayı beklediğim süre zarfından hemen sonra başlayacak olan bahar kok

Bir Damla

Uzunca bir süreden sonra çıktım saklandığım çürük, küflenmiş, tavanından sular sızan köhne sığınağımdan. Sebebini bilmediğim halde kendine çeken, içinden çıkmayı hiç düşünmediğim bir sığınak... Her göz kapayışımda yeniden ziyaret ettiğim, her göz açışımda ziyaret edildiğim... Uzunca bir süre sonra yağmurda,  sadece heyecandan  karın boşluğuma saplanan ağrıyı hissederek gezdim şehrimin gri taşlarla döşeli kırılmış sokaklarını... Bir farklıydı yerler. Taşlar ve insanlar. Ben bugün insanların adım atışlarındaki seslerini dinlemeden yürüdüm. Islanmaktan korkmadan  ve  o seslerin anlattığı hikayelere konuk olmadan nefes aldım. Ben, bugün, bir cam kenarında beni de anlayanlar vardır diyerek sustum. Suskunluğumu anlayan ve sağır edici sessizlikleriyle savaşanlar var. Bir kitaba saatlerce gömülüşümü, gülen gözlerle bağırışlarımı, yazdıklarımla kalemim arasındaki  bağlantıyı ve hatalarım sonucu ortaya çıkardığım koyu kırmızı çizgilerime olan sadakatimi anlayanlar var. Belki benim habe

Ölüm Gibi Sessiz

Arkanı dönüyorsun. Bu sefer tamam, bitti her şey. Sona erdi tüm çığlıklar, yüreğinin duvarlarını kazıdıkça kanayan tırnaklar. Karanlıkta durmadan yer değiştiren insan portreleri. Bitti tüm suskunluklar ve titreyişler diyorsun. Kafanı kaldırıyorsun elinden geldiğince tadını çıkararak. Yavaş yavaş ve sindire sindire kokusunu maviliğin. Gökyüzü olabildiği kadar tek renk ve beyaz bulutlarla kaplı. Kim istemez ki böyle bir dünyayı. Gökyüzünü ciğerlerine doldurmayı...     Elini uzatıyorsun o kudretli maviliğin, ihtişamlı bir ölümü andıran sessizliğine. Elini uzatıyorsun. Ve birden yerle bir oluyor her şey. Tüm ortada kalmışlıklarından kurtulduğunu sandığın sırada bir yenisi yapışıyor yakana. Anlıyorsun, yine bitmiyor. Bir hafıza kaybının ve bir kayboluşun şuan için ne muazzam bir şey olabileceğini geçiriyorsun aklından... Bir ses, bir olay, birkaç sözcük. Nasıl bu denli şiddetli bir boşluk yaratır diye saatlerce içinden çıkmaya çalışıyorsun o kararsızlığın ve kül rengi ruh hallerinin.

İçimizdeki Çukurlar

Çok yorgunuz. Çokça sararmış yüzlere ve kendi içimizde, varoluşundan dahi habersiz olduğumuz,  koca bir kırgınlık dünyasına sahibiz. Kırgınlıklarımızın, nefretlerimizin, kin ve öfkelerimizin olduğu bir dünya. Gerçek bir yer bu içimizde saklı ve karanlık kalan. Ve birde içimizdeki bu dehlizden, gecenin kör bir vaktinde herkesten gizli kaçıp kurtulmaya çalışanlarımız... Tüm kaçma çabalarımızın boşa çıktığındandır belki her gece alışmışlık hissiyle göz kapayışımız. Tüm kalabalıklardan tiksindiğimizdendir belki de geceye olan muhabbetimiz. Öylesine duru bir gecede yazmaya başlamaktır belki sessiz ve kimsesiz çöllerde, karanlık ve rüzgârlı kalpleri bulmak için çıktığımız yollar.  Uzadıkça uzayan bir yitip gitme hikayesi belki de. Herkesten uzak ama herkesin içinde. O duyguyu biraz tatmak içindir belki tüm saatlere, gece için sabretmek.  Bir nakarata takılıp, o bölümü tüm gerçekliklerden soyutlamak ve herkesten saklamak gibi. Geceyi beklemek,  sadece birkaç sayfa kitap kokusunu bek

Hazirana Mektup

Bir yaz gecesinin yaklaştığını hissediyorum. Aydınlık mı, karanlık ve kasvetli mi kestiremiyorum. Birileri dolaşıyor kafamda. Kalbimde, kalem ve kağıtlarımın üzerinde. Göz kapaklarımın içerisinde. Umursamadan bir köşede çürümesini beklediğim küçük kırgınlıklarımın, devleşen resimlerinde. Kuramadığım, kuramayacağımız cümlelerde... Birileri hep bağırıyor. Birileri, hep kötü bakıyor. Birileri, hep herşey sessizce yaşansın istiyor. Bir hayal parçalanırken sessiz kalınabilir mi ? O parçaların yere çakıldığı vakit bin parçaya bölünüşleri sessizce silinir mi kulaklardan ? O kırıklar üzerinde atılan küçük adımlar, büyük depremler... sessizce geçip giderler mi sahiden ? Üzerimizdeki  tüm bencilliğin, griliğin ve stabilleştirilmiş yaşam çizgilerinin izlerini alıp götürebilir mi biri ? Tüm kayboluşlarımızı çalabilirler mi ? Ya da duvar diplerine sinen çığlık seslerini... Birileri ! Birileri artık bizi uyandırabilir mi ? Sebebini bilmeden üzerimize geçirdiğimiz bu giysileri -kalabalık

Karanlığın Himayesinden Çıkmak

Bir kitapta kaybolmak, bir yazıda saklanmak, bir kaleme dayanmak... Geceyi selamlamak ve gökyüzüne aşkların en güzeli ile bakmak. Tüm bunların hüküm sürdüğü ama dışarıdan tüm hastalık renklerini üzerinde taşıyan, sessiz ve depremlerle dolu kimsesizliği ile  karanlık bir yer... Yakılsın yanında gemisi olmayan limanların hepsi. Uzaklaştırılsın oradan tüm varlıklar. Eğer yoksa limana taşınacak bir gemi mutluluk, yakın gitsin. Var mı ehemmiyeti ? Var mı acımayacak can? Öylesine soluk ve öylesine gri. Böyle bir limanda, yükü mavi gökyüzü ve gökyüzüne aşık beyaz bulutlar olan bir umut gemisi nasıl beklenir ki ? Tüm bunlar sınarken limanın sabır ve sadakatini, bir hüzün yayılıyor önce ortaya. Sonra, bir bahar havasının yaydığı sevinç yankılanıyor ortalıkta... Belli ki bir umut gemisi yaklaşıyor bu limana. Geminin de ışıkları yok. Gemi de karanlık. Gemi de sessiz. Ve belli ki, o da kimsesiz... uzunca bakıyor geride bıraktığı sonsuz maviliğe. Uzunca ve ürkek gözlerle,  Titreyerek. K