İçimizdeki Çukurlar

Çok yorgunuz. Çokça sararmış yüzlere ve kendi içimizde, varoluşundan dahi habersiz olduğumuz,  koca bir kırgınlık dünyasına sahibiz. Kırgınlıklarımızın, nefretlerimizin, kin ve öfkelerimizin olduğu bir dünya. Gerçek bir yer bu içimizde saklı ve karanlık kalan.

Ve birde içimizdeki bu dehlizden, gecenin kör bir vaktinde herkesten gizli kaçıp kurtulmaya çalışanlarımız...

Tüm kaçma çabalarımızın boşa çıktığındandır belki her gece alışmışlık hissiyle göz kapayışımız.
Tüm kalabalıklardan tiksindiğimizdendir belki de geceye olan muhabbetimiz.

Öylesine duru bir gecede yazmaya başlamaktır belki sessiz ve kimsesiz çöllerde, karanlık ve rüzgârlı kalpleri bulmak için çıktığımız yollar.
 Uzadıkça uzayan bir yitip gitme hikayesi belki de. Herkesten uzak ama herkesin içinde. O duyguyu biraz tatmak içindir belki tüm saatlere, gece için sabretmek.

 Bir nakarata takılıp, o bölümü tüm gerçekliklerden soyutlamak ve herkesten saklamak gibi. Geceyi beklemek,  sadece birkaç sayfa kitap kokusunu beklemek gibi.

Tam derin bir uykuya geçecekken gelen kalbimizin derinliklerindeki, kimsenin görmediği ve sadece kendimize sakladığımız o uçurumdan, düşme hissinin verdiği kalp çarpıntısını beklemek gibi işte geceyi heyecanla beklemek.

 O gelince yazmaya başlamak. Gün aydınlanana kadar durmadan yazmak. Ve kolun uyuşukluğuyla gelen ağrı hissiyle uyanmak.

Hepsi geceyi beklemek gibi. Koca şehirlerin, şatafatlı ışıklarından, büyük caddelerinden, sıra sıra kaldırım kenarlarında dizili olan araçlarından ve ahlaksızlaştıkça ahlaksızlaşan insanlarından uzaklaşmak.

Tüm bunlardan çok uzak bir yerde uzanıp gökyüzünü izlemek gibi. Hiçbir şeyin geçmeyeceğini anlayarak yastığa gömülmek uykuya sığınmak...

Ve hepsi...
Bir gün batımını, o inatçı turunculuğuyla  hiç bitmeyecekmişçesine izlemek gibi.  Biraz solgun, biraz hüzünlü ve biraz da umutla...

Vesselam...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dokuzun Öyküsü

Salt Bilmek Anatomisi

Şâd