Düşle Yeter

Göğüs kafesinin içinde bambaşka bir dünya var.

Her rengin, her tonu özenle yerleştirilmiş. Simsiyah bir boşluk üzerine parça parça ayrıştırılmış. Ve o siyahlık sadece bir fon haline dönüşmüş o renkli bulutların arkasında.

O dünya senin dünyan. Sana ait...

Mor bulut var bir köşesinde. İçerisinde bir ağaç. Dalları oldukça kalın bir dut ağacı. O ağacın bitişiğine kurulmuş bir salıncak. Salıncağın üzerinde senin hüznüne gölgelik yapacak beyazlık. Bir de hemen yanında oradan oraya koşmaya ve eğlenmeye gömülmüş, gülen gözleriyle devasa sıcaklıklara sahip olan, yorulunca da büyük bir hevesle yanında uzanıp soluklanan bir çocuk.

İzliyoruz bir müddet. Fakat elimizde olmadan sanki bize burada bu kadarcık süre ayrılmışçasına hemen solunda, sanki ona yapışıkmış gibi bizi bekleyen ikinci bir buluta geçiyoruz.

Mesafe çok uzun değil, yorulmuyoruz. Bulut sarı. İçeriye, bir kapının açılmasıyla tüm sessizliği yerle bir eden konuklar gibi girdiğimizi hissediyoruz. Aynı anda ikimiz de.

 Oda kahverengi döşenmiş,  eskitilmiş ahşaptan yapılı izlenimi veren bir eve ait. Sıcacık içi, samimi. Kırgınlık ve hırçınlıktan uzak. Bir ocak var hemen yanda. Üzerinde hazır bekletilen bir çaydanlık. Ve suyun kaynadığını haber veren inceden bir ıslık sesi. Pembe üzerine yeşil çiçek yapıştırmalı bir çaydanlık bu. Eski tiplerden. Kenarından değil üzerinden yapılmış açıklık ile tutuyoruz mesela.

Hemen yanında çay için ayrılmış fincanlar...

 Buraya da çok takılı kalamayıp aynı yerden farklı bir odaya geçiyoruz. Değişik olan şu ki, adım atmadan sadece içimizden istiyoruz bunu. Ve tüm düzen tek düş ile değişiveriyor saniyeler içerisinde...

Kütüphaneye gelmişiz. Bir oda sadece okumaya ayrılmış bu bulutta. İçerisinde, aynı sayfalara denk geleceğimiz onlarca kitap biriktirilmiş. Binlerce satır aralığına bizden izler bırakılmış. Yeni baskı kitaplar dizilmiş her bir rafına büyük özenlerle. Tek tek dokunuyoruz her birine. Tek tek siniyoruz o kokuların içine...

 Yavaştan oradan da ayrılmamız gerekiyor. Kapıyı geldiğimizde çıkardığımız gıcırtıdan uzak tutarak sessizce terkediyoruz odayı. Bir parçamızı orada bırakmışçasına hafif bir bezmişlik ve alışmışlık ile...

Bu buluttan sıyrılıp yan yana ilerliyoruz aynı gezegene ait farklı bir buluta. Bulut kırmızı. İçerisinde kızgınlığın barınıyor. Gözyaşların... bir kaldırım var başı belli yalnızca, sonu görünmüyor. Kaldırımın üzerinde 2 sızı... biri ağlıyor, öteki ağlayanın izini takip ediyor. Bir durak var kaldırım ortasında. Beklenen şey sadece belli aralıklarla uğruyor.

Her şey aynen bu sistemle yinelenirken yani hep aynı yolda aynı sızılar aynı yarın için adım atarken biz o buluttan da çıkıyoruz. Başımız eğik, içimizde bir uzay sessizliği, aynı kalp çarpıntılarıyla ilerliyoruz. Yürüdüğümüz kaldırım kırmızı buluttayken denk geldiğimiz kaldırım ile çok benziyor. Dikkatimizi çekmiyor pek ama. Duruyoruz birden.

Göğüs kafesinin içerisindeki gezegene ait bambaşka bir buluta rastlıyoruz.

Daha önce ne böyle bir şey görmüştük seninle, ne de hissedebilmiştik. Nasıl bir canlılık ve nasıl bir hareketlilik vardı gözlerimizin önünde...

Bulut masmavi. Adım atmaya çekiniyoruz en başta. Ama sonra bir kuş cıvıltısıdır eşlik ediyor bizim sessizliğimizden yankılanan çığlıklara. Başlıyoruz yürümeye. Kısa kısa adımlar, heyecandan titreyen eller, İlk bahar esintisi karşılıyor bizi.

Bahar kokusu yayılmış ortalığa. Mayıstan bir parça, güneşin batmasına yakın çıkıyor karşımıza. Adım attığımız yolun her iki yanında papatyalar ekili. Yaprakları kocaman ve bembeyaz. Tıpkı mor bulutun içindeki salıncakta oturduğun zaman hüznüne gölgelik yapan beyazlık ve bunun yanı başında koşuşturan elleri minicik bir çocuğun gülümseyişi gibi...

Birden hissettiğimiz şeylerin büyüklüğünü farkediyoruz o yolda. Kalbi  küçücük, dünyaya iyiliklerin bitmediğini göstermek için uğramış bir bebeğin henüz tanımadığı anne ve babasına duyduğu sevgi ve güven gibi aynı gökyüzü altındayken duyduğumuz şu hisler.

Bu cümleleri kuruyoruz. belki de bir patikanın ortasındayız bunları düşünürken, yürüyor ya da bir çift bisiklet ile geziyoruzdur çok ileride bir zaman diliminde.

Bulut mavi. İçerisindeyse mavinin her tonu ayrı bir hakimiyet kurmuş gibi. Bir yanı gece bir yanı gündüz, adım atsak düşlediğimize göre yer değiştirecek hepsi. Ama öylesine güzel ki tüm kusurlarıyla. Sanki tek parçanın yeri değişse tüm oran bozulacak, bir şey eksilse tüm yollar değişecek, bir papatya kopsa diğer tüm çiçekler yas içerisine girip solacak, ve hiçbir şey o an içine girdiğimiz duyguları bize geri veremeyecekmiş gibi.

Kıyamıyoruz değiştirmeye. En güzel haliyle biz içindeyiz, seyrediyor kâinat en derin uykusundayken. Ne böyle yakışan vardı bu mavilik içerisine ne de böyle süzülen her tonuyla inceden inceye. Biraz daha ilerliyoruz. Vakit gece. Birikintilerin en safı çıkıyor önümüze. Birdenbire hiçlikten sıyrılıp farkediyoruz. Su öylesine temiz ve öylesine şeffaf ki birikinti altında yaşayan balıkların renklerine kadar ayırt edilebilir vaziyette. Bir balıkçı teknesi var. Tekne isimsiz, bir boya kutusu hemen yanında, biz yazacağız ismini...

Bir de bank var tam birikintinin karşısında. Soluklanmak için ilk gördüğümüz boşlukmuş gibi oturuveriyoruz. Zamanın işleyişi farklı bu gezegende. Oturduğumuz gibi mesela çok geçmiyor hemen Ay'ın yer değiştirdiğini görüyoruz. Tam önümüze geliyor. Yada biz önüne sürükleniyoruz da farkedemiyoruz o şaşkınlık içerisinde. Şimdi tam bu omuzda uyumak zamanı diyorum kendime. Özenle dökülmüş gri işlemeli çanlar yankılanıyor kulaklarımıza kadar gelen sesler içinde. Ay artık tam gözlerimizin hîzasında. Işığı bir bu gezegene, bir yüzüne, bir de su birikintisine böyle yansıyor...

Zaman ne kadar hızlı ya da ne kadar yavaş akıyor bilmiyoruz burada. Sorgulamaktan kaçıyoruz. En güzel kaçışımız oluyor insanların günahlarıyla kirlenmiş şu Dünya'dan içindeki Dünya'ya. Ayrılmıyoruz artık oradan. Yerimiz de yurdumuz da orası oluyor. Bir bank bir tekne ve bir patikadan ibaretken inşaa ettiğimiz her düşü denk getiriyoruz yaşantımıza.

Bir buluttan diğer buluta, tüm maviliğin ortasındayız artık. Göğüs kafesinin içinde, bambaşka bir gezegende...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dokuzun Öyküsü

Salt Bilmek Anatomisi

Şâd