İnilti

Nasıl iğrenç ve tiksinti duyulası bir gece. Sanki içinde barındırıyor tüm eksikliklerimizi. Alışılan bir tınıdan uzakta uyuyor olmayı ve bu tınıdan sonsuz uzakta güne başlamayı barındırdığı gibi mesela. Günün tüm aydınlığını çöp edebilecek bir gece.

Çaresiz, boş ve sulanmış gözler. Titreyen bir çift kol ile balkon korkuluklarına tutunmuş, oradan gökyüzüne yüzünü asan insanları izlemeye başlayan ben varım bir de bu gecede. Nasıl tiksinti duyuyorum ve nasıl da içine gömülüyorum sessiz sessiz. Alışmış olduğum tona asılı kaldığım süre zarfından sonra ondan uzak kalışımın ilk gecesi. Her renk aynı gibi. Her yer siyah. Tek kat açılmaz hiçbir açıdan. Her yeri tamamen kara. İnsan düşebilirmi bir telefon boşluğuna ? İnsanın canını yakar mı hiç kapalı olduğunu belirten o ses ? Ya da öbür uçta sesini duymak istediğiniz zâtların sesinize yanıtlarla ortaya çıkamayışı ? Öylece saklanması o sessizliğe ? İnsanın gözleri sulanır mı bir renk eksildi diye ?...

Boş bir caddeye bakıyorum ve bitmiyor bu gece. Kesinlikle bitesi yok. İçine almış ve sıka sıka parçalayacak beni. Ciğeri sökülür mü ya hu birinin geçen herkesin ardından benzetmeler içerisine düşerken ?

 Ciğerim sökülüyor. Nasıl bir gece ki bu diğer tüm gecelere olan sevdamı yerle bir ediyor ! Nasıl bir çıkmazdır bu beni içine aldı ve sürüklüyor. Kendimden uzaklara, kendime gelmek için geçtiğim yolların dışına...

Tedirginlik var üzerimde. Tir tir titretiyor beni herkesin gözü önünde. Yürüyemeyecek oluyorum ayaklarım dolanıyor. Tir tir titretiyor, nefes alamayacak oluyorum. Nefes saydığıma yetişemiyorum..

Bekliyorum ben.

Bekleyemeyeceğimden değil böylesine parçalanışım. Bir yerlerde bir şeyler ters giderse, bir yerlerde nefes saydığım nefessiz kalırsa, habersiz kalacağımdan, karın ağrılarımın yanıtsız bırakılacağından. Bir köşede mavilik hüzne batmış kımıldayamazken ben bilmeden o an uzaklardan bir duruma gülümserim de bu denk gelişi bilmem, buna kırılır yüreğim de fark edemem, bu yüzden hepsi.

Hâla caddeyi izlemekteyim. Geçmedi gece ve geçmeyecek. Gün mesela, soluk soluğa gülümsemelerle geçen diğer onca gün gibi doğmayacak. Her saati ayrı bir soruyu her soru ayrı bir yanıtsızlığı getirecek kendisiyle. Ve ben, öylece ortalarında tutunacak yerim olmadan kalakalacağım.

Hep güçsüz olduğumuz yerden vuruyorlar bizi. Hep sakladığımız yönlerimizden. Mesela kalkıp ne için bu denli tedirginiz anlatmadık o yüzden bir çırpıda kapatılabildi her şey. Ya da korkularımızın bizi neler yapmaya sürükleyeceğini belirtmedik. Yahut anlatamadık her şeyimizi. Hep eksik kaldık işte. Hep tam tamamlandık derken bir yerlerden bir şeylerimiz eksildi.  Biz bu eksilmeler altında ezildik.

Ezilişimizin ilk gecesi. Saatleri süslemiş,  akrep ve yelkovanın kendi içlerinde giriştikleri şu yarışı hediyelendirmiş vaziyette ağlayışımı taçlandırarak dimdik karşılıyorum yıkılışımı...

İlkler hep acıtırdı zaten. Acıtmasa ilk diyemezdik. Adına güzel denen her şey acıtır.

 Bu geceye güzel diyemeyeceğim ben. Ama o vasfı taşımadan da acıtıyor canımı...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dokuzun Öyküsü

Salt Bilmek Anatomisi

Şâd