Şâd

Perde aralıklarınızdan sızıp göz kapaklarınızı aydınlatan sabahın ilk ışıkları vuruyor odanıza. Akşamdan kalan birkaç eksiklik üzerinizde. Yerinizden doğrulup çıkıyorsunuz bir ceset gibi uzanıp kaldığınız yataktan. Perdeyi, yara içinde kalmış ve nasır tutmuş ellerinizle aralıyorsunuz. Odada bulunan bezmişlik kokusunu imhâ etmek adına pencereyi açıyorsunuz, ve yüzünüze vuran soğuklukla birlikte, artık uyanıksınız...

Dışarıda, odanızdaki küflenmişlikten çok daha başka bir yaşam var. Çok daha başka kokular. Sanki bunca dizginliğe gömülüşünüz zerre kadar bünyenizi etkilememiş gibi gözlerinizi biraz daha sıkı kapatıp kirpiklerinizin göz çevrenize batma durumuna aldırış etmeden, geceden yağan yağmurun ortalıkta bıraktığı, kendi kimliği niteliğini taşıyan toprak kokusunu içinize çekiyorsunuz.

O koku, yeşil eskitilmiş ve yıllanmış bir vazoda bir demet papatyayla içinizin cam kenarına yerleşiveriyor.

Sonra, sabahın ilk saatleri olmasından ötürü bir rüzgâr yetişiyor uyanmışlığınıza. İnce bir hırkaya sarılıp parmaklarınıza kadar çekiyorsunuz kollarını, her zamankinden çok daha derin bir nefes alarak.

Bu nefese, yeniden başlamalarınızın tümü sığdırılmış gibi. Bu sabah, yeniden hissedebildiğinizi hissettiğiniz sabahların ilki.

İnsanlardan hâla çekiniyorsunuz. Bu durumu hâla aşamadınız. Ama en azından artık, sabahları, şehir henüz gürültüler içerisinde kaybolmamışken o sakinliğe el uzatabiliyorsunuz.

Önünüzde bir müddet sendelemenizin muhtemel göründüğü bir yol var. Ancak bu yolda adım atışlarınızın tek olmadığını size hatırlatan bir cıvıltı da mevcut.
Bu cıvıltıyı her duyuşunuzda böyle bir içerme yok, diye düşünüp, saatlerce tek sesi hayal ediyorsunuz.

Ciğerinizin bir köşesini yatakta bırakıp, pencerenizi, odanıza sızan gökyüzünü hissetmek için aralamaya gidişinizde bile bu sesten güç alıyorsunuz.

Çalan her kapı, üsteleyen her alarm, sizi çağıran her ses, o melodiyi andırıyor. Onunla uyanıp, onunla uyuyor, ya da tamamen uykusuzluğa onunla hâkim oluyorsunuz.

Ortası veya yokluğu olmayan, hep var kavramıyla nitelendirdiğiniz bu cıvıltı, hem sizi, hem insanlardan köşe bucak sakladığınız yüreğinizi,  hem de çatlamış ve kesiklerle dolu ellerinizi sıkı sıkıya tutuyor. En güzel hikâyeler ve en güzel şarkılar o sesten yankılanıyor.

Abartmadan oldukça uzak, o sesi adlandırmak için en net kelime umut kelimesi.

Başınız öne düştüğünde bir yerlerden size yetişen, çıkmazlara sürüklendiğinizde sizi geri çeken, pencereyi her açtığınızda odanıza süzülen bu ton, umut işte.

Umutsuz yaşanamayacağını yeşil ve mavinin birleşiminden kalan son damlada denk geldiğiniz bu tınıdan öğreniyorsunuz.

Ve bu tını, tek gecede sizin her ânınız oluveriyor. Tek gecede her şeyiniz...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dokuzun Öyküsü

Salt Bilmek Anatomisi