Dokuzun Öyküsü
Gökyüzünün burukluğunu göğsünde yumuşatıp maviliğe çeviren, yetmeyip o maviliği gözlerindeki ışıltıdan feyzalmış beyaz bulutlarla süsleyen, çorak topraklarımı gökyüzünün o büyülü ışıltısıyla parıldamış sularla besleyen, doğduğum coğrafyanın berrak incisi, biricik sevgilim… Seni tanımasaydım kaburgamın altında oluşan o büyük, o kapkara boşluğa koca bir dehlizden başka bir isim veremezdim. Seni tandıktan sonra anladım ki o boşluk, ruhumdaki her veryansını çiçeklendirip oraya ekmem için oluşturulmuş ve yitmek üzere olan cennetlerden herhangi birinin köhne bir bahçesiydi. Anladım ki seninle ekip biçtikçe bollaşacaktı, bereketle yoğrulacaktı topraklarım. Önce zaman geçecekti kendi şahsına münhasır bir biçimde, yani ağır, yani boğazını sıkar gibi insanın, yani öylece akmayan bir su gibi hiç yatağını aşındırmamaktan gocunmamış... Sonra başlayacaktın yaşamaya ve yaşama döndürmeye… Cılız bir yağmur suyuyla can verecektin çıplak ve yıpranık ellerimle diktiğim her tohuma… Her şey, her söz, vuku