Fariba'ya

Nasıl bir tekdüzeliğin içerisine, düzen diyerek ittiler böyle seni ? Nasıl bir çıkmazın köşesine gözlerini öylece bağlayıp bıraktılar ? Ağzında ipek bir mendil, saçlarında haftaların verdiği bozulmuşluk, nasıl beklettiler seni gecelerce soğuklarda ?

Ne ağlamalarının sesi deliyor gökyüzünü ne çığlıklarından titreyen camlar patlıyor gözlerinden dışarıya şimdi...
Zaten patlasaydı, rahatlardın. O patlayamamışlık, dağılamamışlık parçalamış yüzünü belli ki...

Kaç haksızlığa sustun sen mesela ? Susmaktan ziyade, kaç kez haksız olduklarını bile bile seni susturmalarına karşı koyamadan kalakaldın olduğun yerde ?

Çok kez, kan bağım. Çok kez...
Çok kez tırmaladılar ruhunu. Ben birşey yapamadım. Çok uzak tuttular, dokunamadım...

Çok kez kanadı kolların. Çok kez ilaç tutmadı damarların. İçine attığını sandığın her şeyi boğazına attığından, çok kez tıkandı nefes alıp verişlerin. Öyle ki, sen bile göğsünü saran o hırıltıyı hissedemedin.

Böyle hissedemeyip bilinç kaybedişlerine zamanla bir hısmın hastalığa düşmüştür dedi, hırpaladı. Bir hısmın derde gömülmüştür dedi, hırpaladı. Dost bildiğin dünya sahipleri sevdâya düşmüştür dedi, ama onlar da hırpaladı...

Sonra hepsi tek ağızla ve hatta düşmanca bir edâyla, sevdâya düşmemiştir,  başka bir şey gelmiştir başına dediler, yeniden birleşip hırpaladılar. Söylememiştir bize dediler, daha çok hırpaladılar.
İçindeki tüm temiz havayı sömürüp kuruttukları kalbine katran karası lekeler sürüp, yine hırpaladılar...


Ama yetmemişti, alamamışlardı o hakimiyet kurabilme hırslarını bunca yaptıklarına rağmen. Sokaktaki kedi, duvarının önünde ötüp duran kuş, güneşin sana doğru açması, toprağın genzine değen acı kokusu gibi küçücük şeylere duyduğun nârin sevgiyi bile çok gördüler senin hep küçük bir kadın olarak yaşayacak olan ruhuna.
Ruhunu hırpaladılar senin. Fikrini hırpaladılar..

Fariba, ellerimi gerçekten çok öncesinde bağladılar. Bir şey yapamadım. Zorla izlettiler yok edişlerini seni. Uzaktan uzağa seyrettirdiler. Yumdum gözlerimi şakaklarımı zonklata zonklata. Zorla açtılar gözkapaklarımı. Diz çöktürüşlerini zorla izlettirdiler...

Gece yastığa başını koyduğunda kendin için yapmış olduğun hatalardan pişmanlık duymak yerine onların yaptıklarından utanç duymak zorunda kaldın. Yastığında bile dinlendirmediler yorgun saçlarını. Yastığını bile pamuklar yerine sana kin ile doldurup durdular... durdular diyorum ama, inan şu sırada bile üzerine akın etmeye hazırlanıyorlar.

Güçlü kal diyemiyorum sana. İkimizinde tükendi gücü. Dayan diyemiyorum, nereye kadar devam edeceğimiz belli değil çünkü. başını eğme de diyemiyorum, ne zamana kadar o başı bizimle bırakırlar onu da bilmiyorum...

İçimde hep sana yapmak isteyip de yapamadıklarının alev alev yasını tutturan o evin, basık havası, dörtduvarı var. Öyle bir duvar ki bu, ardı görülüyor. Görülüyor ama erişilemiyor. Günlerce aç kalmış birinin ellerini bağlayıp önüne devasa bir sofra kurmak gibi bir şeye denk düşüyor bunun tabiri. Tıpkı böyle işte. Elleri bağlı o adamın o sofraya erişemediğinden içinden gelen şeylerin önünde yığılı kalıvermesi gibi.

Yapamadıklarının önünde ellerini uzatamadığın için yığılıvermenden, oraya erişemediğinden herkesten sonra kendi kendini yıpratmandan korkuyorum...

Sen, iyi olan her şeyin tekleşmiş hâli. Fariba...

Bu dünya senin ve bizim gibiler için fazla kara. Belki de biz bu dünya için yeterince beyaz değiliz. Hoş, beyaz olsak da kirletirdi bizi nefes alırken bile çıkar gözeten şu insan kılıklılar...

Onlara böyle seslendiğim için önce ellerimi bağladılar dedim sana ama, ellerimi...
Ellerimi kestiler Fariba...

Ellerimi kestikleri için uzanamıyorum sana. Tutarsan güç alacağını biliyorlar, tutmaman için önce bir duvar örüp ardından da ellerimi kestiler bak. Sana dokunmamam, kendimle aynı konumda tutmamam, gözlerini açmamam için...

Duy sesimi, aramızdaki o duvardan sana dokunamıyorum. Göremiyorsun beni. Ama duy sesimi, ellerin bağlı değil. Gönlüne vuramadılar o kalın zinciri. Bırak ruhunu da bedenini de o eve. Bırak işittiklerini sana karşı taş ettikleri o yastığın iç yüzüne. Bırak yorganını bırak terliklerini yatağının ucunda bir yerde. Git bul kendini. Belki evde bir odada, belki yatağın öbür ucunda, belki balkonda, belki başka bir ülkedesin. Ama varsın.

Onlar seni kaybetti Fariba. Sen kendini onlarla savaşabilmek için bulmalısın. Yapamazsın diye kök söktürenlerin karşısına yaptım diyerek çıkabilmek için ayaklarının altında olan yere hiç bakmamalısın. Kafanı hep yukarıya, aydınlığa bırakmalısın.

Fariba, iyileşmez artık dedikleri için iyileşmelisin. Sana karşı galibiyet elde ettiklerini sandıkları her konu için, zerre-i miskal pişman olmadan tersini göstermek için, boğazındaki sıra sıra kör düğümleri çözmelisin. Dinlene dinlene. Ne zaman biteceğini düşünmeden. Sevgi hissiyatını kalbinin yıkılan koridorlarından uzaklaştırmadan. Bir binayı yeniden bir kalbe dikebileceğinden şüphe duymadan, kimseye kulak asmadan, devam etmelisin...

Bıraktın mı ? O zaman yeniden başlamalısın. Yoruldun mu, yorulmayı rahata kavuştuktan sonraya saklamaya alışmalısın.

Kendini bul Fariba, kendinin fermanını, haricindekilerin ellerine bırakmamalısın.

Dişinle, tırnağınla Fariba, o duvarı yıkmalısın..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dokuzun Öyküsü

Salt Bilmek Anatomisi

Şâd