Mağlubiyetin Birinci Çağı

Milyonlarca "var"ın arasında seyrediyorum kendimi. Ben neresindeyim tüm bu varların yükünü sırtlamış, uzayıp giden kaldırımın ? Ben neresindeyim ömrümün ? Hangi çağın büyüyüşüne yer açmak istiyor hüviyetim ?

Bankların birinde, gecenin üçündeyim. Önümde kurumuş bir demet çiçek, ruhumda açmaya meyletmiş cümleler var. Benim göz kamaştıran zihin karışıklığım, kelimelere koşar adım sığınışım, bu kurumuş yaprakların arasında... Ben neresinden ezberlemeye başlıyorum bu dünyayı ? O köprü bu yaprakların hangi tonunda ?
Tüm mevsimlere direnmiş, tüm yağmurlardan sağlam çıkabilmiş bu dal parçaları büyüttü benim nefeslerimi. Cam kenarlarında hiç durmadan sorgularken, hiç durmadan arındırmak isterken kendimi, bir kırmızı balon uzattı parmak uçlarıma... ben aylarca direnişte olup şimdi önümde kırılacak kadar güçsüz düşen şu demetten öğrendim bir düzenin devirdaim ettiğini. Dalındayken canlıydı, renkliydi. Kokusu, kimliği, bir neşesi vardı. Dalındayken hiç olmadığı kadar uzaktı yeryüzünden. Bi serzenişe, bir göz değişine yenik düşmeden, bu savaşı kaybetmeden önceydi. Canlılığı, sesi, çevresine sunduğu güzelliği...

Dalından kopup bilmediği başka dalların arasına karışıp düştü önüme...
Bankların birinde, gecenin üçündeyim ve ben de o demet gibi yenik düşmek üzereyim. Beni yerimden etmeye çalıştıkları şu dünyada, cılız bir papatyanın cılız gölgesiyim. Bir savaştayım, kanın yerini gözyaşlarının tuttuğu bir savaşta. Bir kaos var ruhumda cereyan eden ve ben o kaosun ortasındayım. O kaosun en ortasında, mağlubiyetimin birinci çağındayım...

İnsanlar tanıyorum adımlarım tökezlerken bu çağın sonunda. Kendini hiçbir varlıkla mukayeseye tâbi tutmamış insanlar... oturup bir demetin önüne konuluşunu hiç sorgulamamış, yeryüzünü ziyân etmiş insanlar... bu kurumuşluğun yegâne sebebi düşünmeyen insanın ona el uzatışı diye hiç hiddetlenmemiş, hiç umursamamış insanlar... ona bahşedilen her rengi somutlaştıran, ona armağan olsun diye süse püse karıştırılmış her ruhu solduran, kendi değerini kendi kalbinin mahiyetini bir kaldırım taşına bakarken bile hiç hatırlamamış insanlar...
İnsanlar tanıyorum adımlarım tökezlerken bu çağın sonunda. incelikten kaçıp arkalarına bakmadan incitmeye doğru gözleri kapalı koşan insanlar. Hangi yaprağı ağrıdı bu papatyanın, hangi yaprağına düştü bu yıldırım diye hiç meraklanmayan, sadece nefes almaktan ibaret, et yığınından öteye geçemeyen, düşünme tenezzülüne girişmeyen insanlar...

İnsanlar tanıyorum adımlarım tökezlerken bu çağın sonunda. Bu dünyadan papatyanın kök saldığı toprak kadar yaş almış insanlar. Büyüyememiş, çoçuk kalamamış, arafta sıkışmış, kendinden utanan insanlar. Küçük dağları yaratan (!) ve yarattıkları o dağlardan kendi emeklerini yolan insanlar...

Adımlarımdaki bu tökezlemeler kanatırken dizlerimi, kaybolmayı diledim o demetin içerisinde. Daha fazla yenik düşmemek için bu savaşta, daha fazla giymemek için bu yenilgiyi...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dokuzun Öyküsü

Salt Bilmek Anatomisi

Şâd