Üç Küçük Beyaz Mum

Tek başımayken beni korkutan, üzen, olmazlıklar ile dolu bir çukura düşmüşüm hissini veren her şey, o manzaranın karşısına geçtiğim zaman sanki üzerimden işinin ehli bir usta tarafından itinayla çekiliyor ve tekrar bana yaklaşmaması, üzerime yapışıp ruhumu sıcak asfaltlar arasında, yer kabuğunun derinlerinde çırpınarak eriyen karanlık gibi eritmemesi için nöbetler tutuyor asırlarca. O manzarayı bir saatlik seyredişim, bin asırlık bir koruma büyüsünün üstüme gizliden gizliye ve usulca salınışına vesile oluyor. Şişenin kapağı bir anda açılıyor ve içinden tüm hayatıma, beni tüm gece hüzünle ve huzursuzlukla düşündüren kaygılarıma parıltılı küçük tozlar halinde erişmeye başlıyor. Havada uçuşan zerrecikler, manzaraya karşı üflediğim karahindibalarını anımsatıyor.

Seyrim devam ettikçe ve ben ferahlık abidesinin içindeki labirentleri arşınlamaya başladıkça hissediyorum ve anlıyorum ki insana kendini hissettiğinden farklı düşündüren ya da düşündüğünden farklı hissettiren şey tamamen atmosfer, tamamen içinde bulunduğu duvarlar ve o duvarların rengi… Çünkü dönüp dolaşıp aynı yerde durmamın ve bu duruşumun yalnızca bu manzara karşısında yumuşamasının başka hiçbir izahı bulunmuyor. Nihayetinde dağlar bizim dengemizi artık üstlenmekten vazgeçecek ve biraz sonra dünya tüm sabitliğini ve yüküne verdiği değeri kaybedip boşlukta sallanarak yıkılmaya başlayacak olsa dahi, ben yine burada bu seyir defterinin içinde olduğum için bu felakete bile beyaz papatyalardan bozma bir şiir bırakacakmışım gibi hissedeceğimden emin bir yaşam sürme vasıtasına meylediyorum.

Çünkü bu his öyle bir yıldız kaydırıyor ki gözlerimin önünden hissettiğim boşluğa doğru, bir kere izlemekle yetinemiyorum o kayışı. Defalarca tahayyül etmek ve her edişimde de aslında yine başımı kaldırdığım anda gördüğüm ilk duyguya el uzatmak isteğinden alıkoyamıyorum kendimi. Her kayışın ardından yeni bir dilek ya da aynı dileğe ait binlerce yıldız temenni ediyorum. Her şey sanki bir sonraki göz kırpışımın ardından kirpiklerimin arasına sızacak ay ışığından güne varan zaman dilimine ve o dilimin ruhumun verandasında kollarını birbirine kavuşturmuş bekleyen küçük kız çocuğuna getireceği yeni renklere bağlanıyor. Tüm bunların ardındansa iyi hissetmek, bilhassa iyi olduğuna kalbimin emin olduğu manzaraların karşısındayken ruhuma karışabilen bir eylem haline geliyor.

Zira bu eylem tekerrür etmeden, alabileceğim hiçbir nefes için güç bulamıyorum kendimde. Zihnimin arka odalarında üç küçük beyaz mum ile birlikte yalnız kaldığım ve düşünmelerin beni aralarında esir tuttuğu her geceden, karanlığı yırtarak beni aydınlatacak bir ışığın kirpiklerime çok yakın bir mesafeden içime sızmasıyla sıyrılabiliyorum.

Etkisi ve ehemmiyeti böylesine derin olan bu sıyrılmanın ancak, kendini sürekli yenileyen ve küçük bir şişe içerisine sıkıştırılmış umutlardan yayılan ufak parıltıların, en kötü çıkmazları dahi sonu yeşillerin ve mavilerin birbirine karıştığı iklimlere varan yollara çevirmek vasıtasıyla bana yaşamaya dair ciltler dolusu cümle armağan eden bir sıyrılma olarak tarifini yapmak, zihnimdeki gizli bölmede gündüzden geceye peyderpey büyüyen o yoğun ve boğuk his yumağının nasıl bir kuş uçuşu hissiyatıyla kanatlanıp kaybolmaya yüz tuttuğunun anlaşılmasını daha mümkün kılıyor. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dokuzun Öyküsü

Salt Bilmek Anatomisi

Şâd