Süreyya'nın Biri

Birine, nasılsın diye sormanın korkunç (!) ağırlığı altına, kelimenin en doğru anlamıyla, en son ne zaman girdiniz ?
Sıfır çıkarla, sıfır takılmayla, en son ne zaman birinin gerçekten nasıl hissettiğini merak ettiniz ?

Herkes, herkese rahatlıkla sorabiliyor bu soruyu değil mi ? Bu sorunun heybesinde kendisiyle birlikte getirdiği sorumlulukları farketmeksizin...
Herkes herkese bu soruyu, ne kadar yüksek bir uçurumun kenarında olduğunu üstelemeksizin yöneltebiliyor.
Nasılsın ? Nasılız ?...

Tümünün gerçek cevabını gerçekten sahiplenmek isteyen kaç kişiden duydunuz bu soruyu ?

4 sene önce bugün, içinizden biri, içinizden birinin, sadece çok karanlık bir ortamda düz bir duvara bakıyor diye, aklına düştü. Düştüğü yerde kendisiyle birlikte "Derdi ne ?" Soruları da dolandı ayaklarına. Tam 4 sene önce bugün biri, birinin gerçekten 'nasıl olduğu' telaşına kapıldı...

Merak edilen, sorumluluğu alınan, kendilerini gökyüzünün izleyicisi addetmiş Süreyyaların içinden, yeryüzüne ilk değmiş olanıydı. O soruyu, baharların yaza dönmeye yüz tuttuğu bu günde, Süreyya'nın biri duymuştu. İçinizden biri, o gün 'nasılsın?' Diye sormanın korkunç (!) ağırlığının altına hiç düşünmeden koymuştu elini. Belki ilk kez, belki son kez görmüştü yer yüzü o cesareti...

Süreyya'nın, birine nasıl olduğunu anlatması,
Süreyya'nın birine neden olduğunu anlatması, görülmüş şey değildi...
Süreyya... Yer yüzüne değenlerin ilki olmayı daha atlatamamıştı ki, şuncacık (!) soruya göğsünü gere gere, alnını boncuklar basmadan, iyiyim desin...

Diyemedi de zaten.

Bir cevap, küçücük bir cevap verebilmek için aylarca bekledi. İyiyim diyemeden, ama neden iyi olamadığını da anlatamadan aylarca, kendi içindeki zaman kargaşasıyla birlikte asırlara denk düşen koca bir savaşla, bekledi...
Süreyya'nın ne zaman sesi çıkmıştı ki bu soruya cevaben de duysunlardı sesini ?
Kaleme kağıda koştu yine kendine geldiği gibi. Yazdı sildi, yazdı sildi, yazdı sildi... bu kadar gündelikleştirilmiş, derinliği elinden zorla alınmış, ama ciddiyetini asla bozmamış bir soruya nasıl cevap verilirdi ? Cevap vermekten o zamana kadar o kadar çok kaçmıştı ki... aylarca bir 'nasılsın'a gerektiği özeni, derinliği, ciddiyeti verebilmek için onlarca sayfa döşedi. Çünkü bu dümdüz gelip karşısında yer etmiş bir soru değildi. Yöneltilip yöneltilmemesi üzerine çok fazla istişaresi yapılmış, çok fazla irdelenmiş, ağırlığı, eksikliği, fazlalığı bir hayli tartılmış, küçücük bir kalp, durması pahasına avuçlar arasına alınmış da sorulmuştu. Dümdüz gelmemişti. Yara bere içinde, soluk soluğa, sanki alınan hiçbir nefes hiçbir zaman ciğerlerini doldurmaya yetmemiş gibi yetişmişti Süreyya'ya. En neyi beklediğini bilmediği, en neye doğru yürümesi gereketiğini düşünemediği, yetilerini bir bir kaybettiği sırada...

Gel zaman git zaman, Süreyya hüznünü sırtına takıp şekillendirdi o asırlara gazel olacak 'nasılsın'ının cevabını.

Bir iyiyim dese, rahatlayacaktı dere yatağındaki tüm sular sanki. Bir iyiyim dese...

Diyemedi. Yaram çok dedi, şu ayaklarının altındaki küreden uzak olması gereken 7 Süreyya'nın sadece 6'sı gökyüzüne asılı dedi. Bir beni yer yüzüne düşürdüler dedi. Yerim yurdum, sönmeye yüz tuttuğum yer, bu yer değil dedi. Varlığımı yadırgıyorum, daha kendi başına ciğerimi doldurmaya yetmeyen o halsiz, o cılız nefeslerim, yetişemediği yerlerini yakıyor ruhumun dedi, çok şey dedi... bir tek iyiyim diyemedi...

Sonra içinizden, hüznünün ağrılığının altında ezildikçe ezilen Süreyya'ya, o taştan küreye ayak basan biri, bir kurtarıcı edasıyla aylarca usanmadan cevap yazdı. Bu 'iyi değilim'lerin nüshası sayılan, yükü neredeyse arşa yetişmiş cümlelerin nefessiz kaldığı yerlerinden tutup, Süreyya "batıyorum" dedikçe o kendine doğru çekti.
Süreyya "ışığım sönüyor" dedikçe o gökyüzünün karanlığını deldi. Bir 'iyiyim' desin diye...

Bir iyiyim dese rahatlayacaktı dere yatağındaki tüm sular sanki. Bir iyiyim dese...

Yine diyemedi..
Yaralarım açıkta kalıyor, üstüme örttükleri yama dolu örtü, yaralarımı kapatmama yetmiyor dedi. Açıkta kalan yerlerin tümüne avuç avuç tuz basıyorlar dedi, yürüyerek kaçmayı denemekten, bir arpa boyu yol alamamaktan ayaklarım nasır tuttu, dik durmak istedikçe sırtıma kamburlar bindi, dedi. Sen bir damla aydınlanabilmem için gökyüzünü deldin ama onlar dört elle o açıklığa da yama yapmaya hazırlanıyorlar dedi, o ışığın bir damlasını bile bana ulaştırmana müsaade etmeyecekler dedi, bir iyiyim diyemedi...

En son, düştüm ben, dedi cılız bir sesle. Bir caddenin ortasındayım, dizlerim kan revan. İyi değilim dedi, ruhum yara bere. Bırak dedi, git. Gelmeye yeltenme, o yola çıkma...

İçinizden biri, tam 4 sene önce bugün, bunların üstüne sadece, gidemem dedi. O yolun üstünde dur, bana yaralarını aç, bana nasıl olduğunu anlat, bileyim ki hangi yara hangi tarafta basmayayım, bastırmayayım o tuzları o yaralara dedi...
Içinizden biri, içinizden birini, 4 sene önce bugün, bu cümlelerin sarfedilişinden çok geçmeden, düştüğü çukurdan çıkardı...

Süreyya yaralarını açtı sonra, ellerini uzattı, kirden rengi atmış elbiselerini söktü üstünden, saçlarına baharlar takındı, ruhuna dikişler attırdı, kanamaktan vazgeçmemiş yerlerini sardı...
Süreyya, içinizden biriyle 4 sene önce bir "nasılsın?" İle, kendi yurduna uğurlandı...

İyiyim dedi çok uzun bir süre sonra gelen ikinci "nasılsın"ına.
Dere yatağındaki tüm sular rahatladı. Uçurumun ucunda çiçekler açtı. Sorulan soruların karşısında, sırtında hissettiği yükü, verdiği cevapların arkasında kalan eksende bıraktığı ağrıları azaldı...
Öyle bir gülmeye başladı ki Süreyya, gök kendi başına ışıklar yağdırdı. Bir kadın, bunca yağmalanmışlığın arasında, ay ışıkları saçmaya meylederek nasıl böyle gülebilirdi ?
İçinizden biri bunu ona, o zamana kadar cesaretini toplayıp bakmaya gücü yetmediği tüm aynaları karşısına dikerek gösterdi...
Bir gülüşü vardı ki Süreyya'nın, o zamana kadarki tüm gülememişliğini sığdırmıştı sanki o gülüşün içine. Hiçbir şeyden hiçbir zaman korkmamış gibi, hiçbir şeyden hiçbir zaman kaçmamış gibi gülmeye başlamıştı o taştan kürenin üzerinde...
Kendi başına değildi çünkü. Kendi başına böyle gülmeyi de bilmezdi ki Süreyya. Nasıl yaşanır, yaşamaya nereden, nasıl başlanır, hiç bilmezdi...
Işte o küçük "nasılsın?" Bunca şeyi ona öğretmiş bulunmuştu. İnsan olmayı, insan gibi yaşamayı, ayak bastığı yolda sapmadan yürümeyi, her hücresini dolduracak kadar güçlü nefesler almayı...

Korkmadan bakmayı öğretti içinizden biri ona şu küçüçük soruyla. Korkmadan kahkaha atmayı, hiçbir şeyi içinde tutmamayı, ağlamayı, bağışlamayı...3 hece sadece, 3 heceyle ona gönül hoşluğunu öğretti. Satır satır, bir kez yüz yüze gelme ihtiyacı hissetmeden, emek sere sere ruhuna, özenle...

Bir kere mi pes etmez, bir kere mi sıkılmaz insan sırtında hüzünden bir dağı taşıyarak yokuş çıkmaktan ? İçinizden biri, içinizden birinin nasıl olduğunu öğrenme telaşıyla, sıkılmadı işte. Yokuşu çıkarken bir kere duraksamadı. Pes etmek yoktu o sorunun altına elini koyarken onun lügatında. Bir enkazın altında yüzükoyun kalmayı göze ala ala, yana yana sordu ne sorduysa. 4 sene etti...
Süreyya'nın, yer yüzüne düşenlerin ilki olması acısını, üstünden o elbiselerle birlikte söküp atalı 4 sene...
Etrafa gözlerinin içi güle güle bakalı, ağlayarak adımladığı caddelere parmak uçlarından sızan kahkahaları bırakmaya başlayalı, gözünü açalı, kendini bağışlayalı 4 sene etti...

İçinizden biri geldiğinde, en küçük yaşına hapsolmuştu Süreyya. O sorunun kapısını çalmasıyla koskoca bir kadına devrildi ruhu. Cümleleri büyüdü önce. Kalbi büyüdü.. oysa en başında küçücüktü, ellerinin ortasında atıyordu, daha ona hiçbir şey sormamışken kimseler. Daha o kapı sesi duyulmamışken, daha farketmemişken hiç...
Her şey için, her şeyle, çok küçüktü o soruya kadar. Büyüdüyse, nefes aldıysa, gözlerini kamaştırdıysa doğan herhangi bir güneş, kamaşan gözlerine elleri dokunabildiyse canla, o sorudan sebep işte...

Süreyya bugün kendi yurdunu bulmuş, kendi bedenine fütursuz sarılabilmişse, aynaya dimdik, size gözü kara bakabilmişse, sesi gür, sesi bir nebze titremeden sokaklarınızı inletmişse, Süreyya bugün nefes ala ala ölmeden size, onu yalın ayak bıraktığınız yolun bitişinde yetişmişse, içinizden birinin tam 4 sene önce bugün, ona armağan ettiği "nasılsın?" Sayesindedir.

Teşekkürler... Süreyya'nın tutmayan eli, görmeyen gözü, git diye çırpınışlarının tümüne armağan biçtiğin 'hayır' cevapları olduğun, gönül hoşluğunu, umudu, onun ütopyasında tanrı kıldığın için...

Bizden erişmiş olma ama, Süreyya'nın ütopyası sendin.

Nice yıllara;
Süreyya'nın biri ve içinizdekilerin en içlisi..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dokuzun Öyküsü

Salt Bilmek Anatomisi

Şâd