Kâinat Uyurken


Kendimi durduramamak yakıyor canımı şu sıralar. Bir müzik ve bir kitap eşlik etse diyorum tüm hayatıma. Titreyen ellerim artık sadece kitap için uzansa. Ortadan kaldırdığım yalanlar raflarına bir yenisi daha eklenmeden uzasa ömrüm.

Uzunca bir masal bırakayım istiyorum bu geceden sonrakilere...

Belkide bir kış gecesi üzerimde kalınca bir montla parmaklarıma kadar çektiğim hırkam, gözlerimin dolmuşluğunda gizlediğim geçmişim, ve tüm dünyayı ısıtacağını umud ettiğim bir fincan.
Etraf huzur koksa. Ben o kokuyu alamasam. Yine bir hüzün çökse geceme. Ben yine yâd etsem bıraktıklarımı... yanlışlarımı devirsem tek tek. Yıksam tabularımı. Karşılayabilsem gelecek olan baharı. Bir dal mutluluk rica etsem insanlardan... çok göreceklerini bilerekten. Bana o kadar küçük bir mutluluk versin ki biri. Kimse ona göz koymaya tenezzül etmesin. Ne kadar da ihtiyaç duyarım şu sıralar  bir avuç mutluluğa. Bir dağ evinde olsam. Yada uçurumun kenarına inşa edilmiş, en ufak bir rüzgarda içindekini de alıp uçup gidecek gibi görünen ama aslında bir kaya kadar yerine sadık içinde tükenmişliği taşıyan bir evde...

Ayna, Bir kalem bir kağıt birde yağmur. Dinledikçe yazsam. Yazdıkça uzasa ömrüm. İnsanların birbirlerine kibirlenmediklerini görsem... biraz daha uzasa ömrüm. Dünyayı gülerken görsem. Bir çocuk uzansa ellerime, beni çağırsa büyük bir limana, onu terketmiş, artık gelmeyeceğini bildiğim fakat onu kırmaktan korktuğumdan sustuğum bir gemi için beraber el sallasak gökyüzü ve denizin birleştiği yere... saçlarının arasında gezdirsem elimi ılık bir rüzgar eşliğinde. Bir çocuk tebessümüyle yaklaşsak dünyaya. Bunu hissedebilsek...

Tüm hayallerime devam ederken ben... birden gök gürledi. Sonra büyük bir ışık. Telaşlı bir şekilde hayallerimden çok uzak olan sığınağıma geçtim. Duyduğum sestendir ki o aceleyle fincanımı unutmuşum masada. Yanında en sevdiğim kitabım.. hüzünlerimi biriktirdiğim kenarına köşesine bana ait işaretler bıraktığım kitabım.

Yıldırım düştü o masaya. Yıldırım kadar kötü geçen yıllarım. Fincanımın kırıldığını gördüm. Kitabımın yandığını. İçimden sökülen bir parçayı hisettim.

İnsanın canı yanar mı hiç kışın ortasında ? Benim yandı. Etrafı kaplayan beyaz çarşafın altında cehennem ateşi varmışçasına tabanlarımdan sızlamaya başladı canım. Yavaş yavaş çıktı yukarıya. Ciğerlerimin eridiğini hissettim. Kışın ortasında dilimde söyleyemediklerim birikmiş, intihara meyilli birer cümleye dönüşmeye başlamışken astım hepsini bir bir. Gözlerimden aşağı sarkıttım hepsini. Yanağımda bıraktıkları son sıcaklıklığı hâlâ hissedebiliyorum.
O acı geçmiyor. Gözlerimden sallandırdığım her cümlenin gökyüzünden üzerime yağdığını biliyorum.  O günden sonra ne limanı düşünebildim nede bir gemiyi... Aslında inanmaya güç gerektirecek şeylere şahit oluyor bu aralar benliğim. Kendimi sıra sıra arıyorum. Kaybettiğimden şüphelendiğim duygularımın peşine düşmüşlüğümle suçlandığımdan kaçtığım yerlerde bekliyorum. ne de çok teselli edermiş insanı geri gelmeyeceğini bildiği bir şey için dik durmak. O gemiye el kaldırmak. Beklemek...

Anlıyorum şimdi o tüm dünyanın yükünü minik omuzlarıyla sırtlanmış küçük çocuğu. En ince ayrıntısına kadar döşediğim hayallerime ihanet edip yeni hayaller kuramadım.

Buna cesaret edemedim. Sonra içeri geçtim ve uyumak için yatağıma uzandım. Üzerime yağan yağmuru hissedercesine ben o gece ağlamaktan utanmadım. Kalktım. Gözlerimde tekrarlanırcasına yaşadığım o anı hatırladıkça yorulmuşluğumu hissettim.. ağır adımlarla hayal ettiğim limana yürüdüm...
kırıldığım yerden düşledim herşeyi... ve gerçekleşmeyeceğini bile bile düşlerime el salladım o gece o limanda. Bir adım attım. Beynimde yankılandı ağırlığın sesi.

Tüm dünya bütün ihtişamıyla bana sırtını dönmüş uyurken...

Ben ağladım. Gökyüzü ağladı. Ben unuttum. Gökyüzü unutmadı...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dokuzun Öyküsü

Salt Bilmek Anatomisi

Şâd